AYRILMAYAN GÖLGE - Selin Bak
Elif, bir sabah şehrin kenar mahallelerinden birinde yalnız başına yaşadığı küçük dairede cansız halde bulundu. Odasında yazılmış bir not vardı: “Beni sevmediğin her an, biraz daha öldüm.” Elif, hayatına kendi elleriyle son vermişti; sevdiği adam, Yavuz, onu kalbiyle bir kez daha terk ettiğinde, geriye tutunacak bir dal kalmamıştı. Fakat Elif’in ölümle bulduğu huzur, beklediği kadar kalıcı olmadı. Bedenini terk eden ruhu, hala Yavuz’a bağlıydı. Onun soğuk yüzü, ruhunun derinliklerinde yankılanıyor ve Elif’i bu dünyadan kopmasına izin vermiyordu.
Ruhu özgürleşemiyordu, ne yaparsa yapsın Yavuz’dan uzaklaşamıyordu. Onunla birlikte nereye gitse, Elif’in varlığı hep Yavuz’un dibinde bitiyordu. Ne kadar çabalasa da aralarındaki görünmez bağı kıramıyordu. Elif’in ruhu Yavuz’un gölgesi olmuştu adeta; o nereye gitse peşinden sürükleniyordu.
Başlarda, Yavuz Elif’in ölümüne kayıtsız kaldı. Elif’in onu çok sevdiğini ve bu yüzden hayatına son verdiğini biliyor, ama bu durumdan hiçbir şekilde etkilenmemiş gibi davranıyordu. Elif’in ölüm haberini aldığında yüzüne sahte bir üzüntü maskesi takıp işlerine kaldığı yerden devam etmiş, mezarını bile ziyaret etmemişti. Ne var ki, kısa bir süre sonra hayatındaki tuhaflıklar baş göstermeye başladı.
Önce önemsiz gibi görünen küçük şeyler oldu: Gece yarısı duyduğu uğultular, sebepsiz yere açılıp kapanan kapılar, aniden düşen tablolar… Ama en ürkütücüsü, bazen yalnız olduğunu sandığı anlarda Elif’in fısıltılarını duymasıydı: “Beni unuttun… Beni terk ettin…” Başlarda bunları kafasında kurduğunu düşündü. Fakat günler geçtikçe fısıltılar yerini net cümlelere ve boğuk çığlıklara bıraktı. Yavuz’un uyumaya çalıştığı geceler, Elif’in sesiyle bölünüyordu: “Nereye gidersen git, hep peşindeyim.”
Bir gece Yavuz, uykusunun ortasında aniden gözlerini açtı. Kalbi hızla çarpıyordu, soğuk terler içinde kalmıştı. Yatak odasının köşesinde Elif’in bulanık bir siluetini gördü. Başını hafifçe yana eğmiş, ona bakıyordu. Gözleri karanlıkta parlarken yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı. “Yavuz, neden beni bırakıp gittin?” diye sordu Elif’in sesi. Yavuz yatakta doğruldu, nefesi hızlanmıştı. “Elif, sen… sen öldün…” diye mırıldandı kendi kendine, sanki o sözlerle bu kabustan kurtulabileceğine inanıyordu. “Öldüm mü?” Elif’in sesi alaycı bir tona büründü. “Senin yaptığın gibi vefasızlıktan daha acı bir ölüm yok.” Yavuz başını salladı, gözlerini sıkıca yumdu. Gözlerini açtığında, Elif’in görüntüsü kaybolmuştu. Fakat odada garip bir soğukluk ve rahatsız edici bir sessizlik kalmıştı.
Elif’in ruhu, Yavuz’un zihnine gittikçe daha fazla sızmaya başlamıştı. Onu yalnızca geceleri değil, gündüzleri de hissetmeye başlamıştı. Aynada yüzünü yıkarken göz ucuyla Elif’in görüntüsünü görüyordu, arkasını döndüğünde ise hiçbir şey bulamıyordu. Yavuz’un arkadaşları da tuhaf davranışlarını fark etmeye başlamıştı. “İyi misin, Yavuz?” diye soruyorlardı sürekli. Yavuz ise kafasını sallayıp geçiştiriyordu. Elif’in adını kimseye söylemek istemiyor, insanların onun ölümüne olan tepkilerini tekrar yaşamak istemiyordu. Ama zihninin derinliklerinde bir şeyin yanlış olduğunu hissediyordu. Elif’in ruhunun neden hala onun peşinde olduğunu anladığı gün, her şeyin çözümü ve sonu gelecekti.
Bir gece, Yavuz Elif’in sesini net bir şekilde duydu: “Özgür olmam için seni öldürmem gerekiyor.”
Yavuz, korkuyla yataktan fırladı ve sokağa çıktı. Şehirden olabildiğince uzağa gitmek istiyordu. Belki de Elif’in ruhu, onu buralardan uzaklaştırabilirdi. Arabasına atladı ve ormanlık bir yola doğru sürdü. Yol gittikçe ıssızlaştı ve etrafını derin bir karanlık sardı. Tam o sırada, motor aniden durdu ve arabası çalışmaz hale geldi. Yavuz, arabadan inip etrafına bakındı, hiçbir şey görünmüyordu; ama o rahatsız edici soğukluğu bir kez daha hissetti. Elif’in sesi etrafını sardı: “Kaçabileceğini mi sandın?” Yavuz çılgınca bağırarak etrafına bakındı, ama Elif’in silueti birden karşısında belirdi. “Beni öldürdün, Yavuz. Şimdi sıra sende.” Yavuz geri adım attı, ama birden Elif’in soğuk eli boğazına dolandı. Nefesi kesiliyor, gözleri kararıyordu. “Lütfen… yapma… Elif,” diye yalvardı Yavuz, ellerini boğazına dolanan görünmez güce karşı savururken. Ama Elif’in ruhu artık kararlıydı. Onun varlığı, bir zamanlar ona verdiği sevgi kadar güçlüydü ve bu sevgiyi ancak Yavuz’un hayatını alarak sona erdirebilirdi. Elif’in sesi son kez duyuldu: “Artık acı çekmeyeceksin. Ne sen ne de ben.”
Yavuz son nefesini verdiğinde, Elif’in ruhu nihayet hafiflemeye başladı. Onu bu dünyaya bağlayan zincirler, Yavuz’un canıyla birlikte çözülüyordu. Elif’in ruhu şimdi huzura kavuşacaktı. Onu bu hayatta yalnızca acı bağlamıştı ve o bağın çözülmesi için her iki canın da son bulması gerekmişti.
Olay yeri inceleme ekibi, sabah olduğunda orman yolunda park edilmiş bir arabayı inceliyorlardı. İçinde Yavuz’un cansız bedeni vardı, ama ölüm nedeni belli değildi. İnsanlar, onun bir kalp krizi geçirmiş olabileceğini düşündü. Fakat ormanın sessizliğinde yankılanan gizli bir fısıltı vardı: “Beni sevmediğin her an, biraz daha öldüm…”
Elif’in ruhu, o anda kaybolup gitmişti. Geride kalan ise, sevginin bir hayalet gibi insanı nasıl takip edebileceğinin ve vefasızlığın nasıl ölümcül olabileceğinin tüyler ürpertici hikayesiydi.