Benim Adım Kurşun | Ahmet Küçükkerniç
03-12-2023
04:12
BENİM ADIM KURŞUN
Dünya kadar yaşlıyım. Belki Dünya’dan biraz daha genç olabilirim. Çünkü iki milyar yıldan sonra saymayı bıraktım. Jüpiter’de ya da Satürn’de olsaydım, muhtemelen kendimi daha genç hissedecektim… Ya da eski dostum Plüton’la birlikte olsaydım. Belki de sessiz sedasız bir hayatım olacaktı. Kasırgaların, depremlerin ya da Güneş’ten gelen radyoaktif saldırıların bile yaşantımda o kadar da çok yeri olmayacaktı. Milyarlarca yıl aynı noktada yaşayıp, milyarlarca yıllık yaşam formum hiç bozulmadan öylesine sakin, kimseye zararı olmayan, kimsenin hiçbir şey beklemediği bir varlık olarak, yorgunluk ve yaşlılık hissini belki de bu kadar erken tatmayacaktım.
Fakat şimdi, bu gezegende, adına insan dedikleri yaşam formunun arasında oradan oraya savrulan bir hayatı yaşıyorum ve insan denen varlığın saçmalıklarına katlanmak zorunda kalıyorum… Hatırladığım ilk anı, Dünya’nın kendine ait bir hayatı olmasından hemen sonrasıydı. Bu, çiçeği burnunda gezegen öyle sanıyorum ki kendini şekillendirmeye başlamıştı. Ne yüzeyini beğeniyordu ne de içini. Tam bir ergen davranışıydı!
Güneş’in etrafında döndükçe diğer gezegenlerden daha güzel ya da daha yakışıklı –hangisini tercih edeceğiniz size kalmış. Sonuçta cinsiyetçiliği de kendi başınıza bela eden sizlersiniz- olabilmek adına var gücüyle şekilden şekle giriyordu. O zamanlar benim Dünya yüzeyinde olan bitenle pek bir alakam yoktu. Nasılsa benim gibi bir sürü metalle birlikte, binlerce derece sıcaklıkta erimiş bir halde, yerkabuğunun altında, günlerimizi, yıllarımızı, asırlarımızı, milenyumlarımızı geçiriyorduk.
Öyle sanıyorum ki birkaç milyar yıl önce Dünya, içindeki sıcak ve eriyik katmana daha fazla dayanamadı. Ya da bilmiyorum, içerideki eriyik katman bulunduğu durumdan sıkıldı… Orasını pek hatırlayamıyorum; her neyse, bir yanardağın yerkabuğunda oluşturduğu bir tünele doğru hızla akmaya başladığımızı hatırlıyorum. İşte o an, yeryüzünü gördüğüm ilk andı. Gerçi ortalık biraz karanlıktı ve uzay boşluğunda, Dünya’ya en yakın yıldızın karanlığı bir nebze olsun aydınlatan ışıltısı da vardı, ama yine de dediğim gibi ortalık epeyce karanlıktı. Ne kadar uzağa aktığımızdan haberimiz bile yoktu. Bir ara Çinko, şimdi ne yapacağımızı sordu. Yapılacak herhangi bir şey yoktu. Yüzeydeydik ve olduğumuz yerde katılaşıyor, akışkan halimizden giderek uzaklaşıyorduk. Tahmin edeceğinden uzunca bir süre bu dağın eteğinde kalabileceğimizi söylediğim. Yine de işin güzel tarafı en iyi dostumla yan yanaydık… Yüzbinlerce yıl boyunca tuhaf yaratıklar ortaya çıkıyor ve sonrasında; yani birkaç bin yılın sonunda artık ortalıkta görünmüyorlardı. Bu sırada yerkabuğu da sürekli hareket etmeye devam ediyordu. Bir süre ortalık dondurucu soğuklara teslim oluyor, bizim milyonlarca yıl olduğumuz haldeki gibi akışkan olan su, aynı şimdi bizim gibi katılaşıyordu.
Birkaç yüz bin yılın sonunda Güneş, Dünya’ya olan ilgisini artırıyor, su eski haline dönmekle kalmayıp, daha başka bir şeye dönüşüyor ve ortadan kayboluyordu… Sonra… Sonra insan dediğiniz o yaratık ortalıkta görünmeye başladı. Birkaç bin yıl bizim farkımızda bile değildi. Her nasılsa günün birinde bizim farkımıza vardı. İşte o günden sonra her şey bambaşka bir hal aldı. Demir’i, Bakır’ı, Altın’ı, Gümüş’ü, Çinko’yu ve beni, yani Kurşun’u tanıdı. Eritti, şekilden şekle soktu. Geride kalan beş bin yıl, belki de yaşadığım hayatın en korkunç yıllarıydı. Bir an bile boş bırakmadılar beni ve benim gibi birçok madeni.
Şimdi mi? İşte işin en ilginç kısmı da bu. Demirden yaptıkları ve adına silah dedikleri bir aletin içinde, kendi düzenekleri olan ve adına mermi dedikleri bir şekle dönüştürdüler beni ve arkadaşlarımı. Beni eritip, bakırdan bir haznenin içine hapsettiler. Sanıyorum içinde hapsolduğum bakırı da arkası kapalı pirinç bir borunun ucuna yerleştirdiler. İlk başlarda ne olduğunu bilmiyordum, ama sonradan öğrendim, o pirinç boruya kovan dediklerini.
Son yüz yıldır adına silah dedikleri o demirle oradan oraya savrulduk. Başka başka silahlar da gördüm tabi. Başka başka bakır çeperlerin içine kondum. Barut denen o pis kokulu iblisin her çığlığında başka başka bedenlere girdim, çıktım. Beni hayatımın en tiksindirici şeklinde kullandılar. Hatırlamak istemediğim ama hatırlamak zorunda olduğum ve daha ne kadar hatıraya sahip olacağımı bilmediğim bir şekilde oradan oraya savurdular.
Şimdi yeryüzünün adını dahi bilmediğim bir noktasında, insan denen yaşam formunun en taze hallerinden biri olan ve adına çocuk dedikleri bir şeyin içindeyim. Birazdan büyük bir insan gelip beni bulunduğum yerden çıkarıp, bir kabın içine koyacak ve ölümsüz hayatımın devamında, bir başka insanın hayatını bitirmek için yola çıkacağım…
İşte!
Işık göründü.
Bu ıslak yerden çıkıyorum.
Kimbilir;
Belki bir gün sizinle de karşılaşabiliriz.
O güne kadar hayatın tadını çıkarın…