Can Pazarı | Cenk Çalışır
27-11-2023
03:45
Mirvan Muhammed’i hayata bağlayan tek şey, karısı Zara’nın yanında olmasıydı. Çocukları Ruksan ve Osama’yı bahçelerine düşen bir bomba ile kaybettiklerinden beri yüzü gülmeyen Zara’yı alarak uzaklara kaçmışlar, günlerce süren çile dolu bir yolculuğun ardından İstanbul’da kalabalığa karışmışlardı. Bir üst geçitte yere oturmuş, birbirlerine sokulmuş, “Açız” yazan bir kartonu tutarak dileniyorlardı. Gün yeni ağarmaya başladığından ortalık sakindi. Yanlarına gelen bir adam, önlerinde diz çöktü. Siyah kumaş pantolonu, siyah ceketi, beyaz gömleği ve rugan ayakkabıları ile Mirvan onun varlıklı biri olduğunu düşündü. Yüzünde bir haftalık sakalları olan adam, Türkçe bilip bilmediklerini sordu. Mirvan ‘hayır’ anlamında başını sallarken, karısı Zara gözlerini yere dikip, kocasının koluna daha sıkı sarıldı. Adam kaçamak bakışlarla Zara’ya baktı. Üzerindeki battaniye gebe karnını gizlemeye yetmiyordu. Beyaz teni, laciverte çalan mavi gözleri ile güzel bir kadındı. Küçük burnu, biçimli çenesi ile uyumluydu. Sakallı adam yeniden Mirvan’a döndü. O da beyaz tenli, yeşil gözlüydü. Uzun boyu, geniş omuzları vardı. Adam, aksanlı bir Arapça ile “İkinize de yatacak yer, karnınızı doyuracak bir iş bulabilirim” dedi.
Adamın Arapça konuşması, Mirvan’a güven verdi. “Biz köylüyüz beyim “dedi. “Ama elimizden ne gelirse yaparız Allahın izniyle. Yeter ki muhtaçlık çekmeyelim.”
Siyah takım elbiseli adam, “Gelin benimle” diyerek ayağa kalktı. Önce Mirvan, arkasından karısı ayağa kalktılar. Zara, saatlerce oturmaktan uyuşmuş bacaklarını hareket ettirmekte zorlandı. Battaniyeyi katlarken, korkak bakışlarıyla kocasına döndü. Adamın birkaç adım ötelerinde onları beklediğini gördüğünden, kısık bir sesle “Bu adama çabucak güvendin” dedi. Kocası üzerine oturdukları kartonu alırken, “Merak etme” dedi. “Başımıza gelecek başka hal kalmadı zaten.”
Metrobüs hattı üzerindeki üst geçidin diğer ucundan, iki genç yüksek sesle konuşarak geliyorlardı. Takım elbiseli adam azarlayan bir tonla kartonu bırakmalarını istedi. Mirvan ve karısı adamın peşi sıra yürümeye başladılar. Gençlerden biri, diğerinin koluna dirsek atarak ileriyi işaret etti. “Bu saatte zabıta mesai yapar mı la?” dedi biri. Diğeri “Zabıtaya benzemiyor. Muhtemelen patronlarıdır. Dilendirip sırtlarından para kazanıyordur” diye açıkladı aklından geçenleri.
Mirvan, dilendikleri yere yakın, arka sokakta, camı kapısı olmayan üç büyük bina olduğunu, geceleri saklanarak oraya girdiklerini, bekçi uyanmadan çıktıklarını anlattı. Adam, onların kentsel dönüşüm projelerinden birinde kaldıklarını anladı. Yıkımın süratini göz önüne alınca, birkaç hafta içerisinde kalacak bir yerleri olmayacağını tahmin etti. Oradan alacak eşyaları olup olmadığını sordu. Mirvan “Yok beyim” diye karşılık verdi. Kucağındaki bohçayı havaya kaldırarak, “Her şeyimiz buradadır. Bırakıp çıkamıyoruz ki. Her şey dediğim de üç beş pantolon, hırka, kazak işte” Adam gözünü yoldan ayırmadan “Tamam” dedi. “Sizin gibi çok insan var. Elimizden geldiğince bir yerlere yerleştirmeye, yatacak yer, yiyecek aş vermeye, yetmeye çalışıyoruz. Bakacağız bir çaresine. Siz hele işi bir kavrayın da” Mirvan, “Allah senden razı olsun beyim” derken duyduğu minnet, sesinde titremeye neden oldu. Kocasının aksine Zara’nın içi rahat değildi. Çocuklarını öldüren bombayı bir insan yapmış, bir başka insan emretmiş, bir başka insan düğmeye basmıştı. Hiç tanımadığı, yüzünü görmediği insanlar çocuklarını öldürmüştü. İnsanlara güvenmesi için bir nedeni yoktu. Karnındaki bebek, onu yeniden hayata bağlamış olsa da içinde bir şeyler kopuk, eksik kalacaktı. Kocasının kulağına eğilerek, işin ne olduğunu sormasını istedi. Mirvan vücudunu öne eğerek, “Ne iş yapacağız beyim?” diye sordu. Adam, bir an için başını arkaya çevirerek “Merak etmeyin. İş kolaydır” dedi. “İ ki eli olan, gözü gören herkes biraz dikkatliyse yapar. Zaten oradaki işçiler yol yordam gösterir, işi öğretirler.” Mirvan mutlu bir yüzle karısına döndü. “Duydun mu Zara” dedi. “Az biraz dikkat ettik mi kolayca yaparmışız. Korkacak bir şey yok.” Adam, soruyu Mirvan’a sormuştu ama vereceği tepkiyi görmek istediğinden, gözlerini aynadaki Zara’ya kaydırdı. “Bebek kaç aylık?” Mirvan adamın kendileri ve doğmamış bebekleri ile ilgilenmesinden memnundu. Gülümseyerek yanıtladı. “Yükü ağırdır. Bir aya kalmaz doğuracaktır.”
Yüksek binalar azalıp, küçülmeye başladığında yol daraldı. Evlerin çoğu birkaç katlı, kırmızı tuğlalı, sıvasız yapılardı. Sokakta oynayan çocukların kıyafetleri, yoksul bir mahallede olduklarını gösteriyordu. Yeşil boyalı, çift kanatlı metal bir kapının önünde durdular. Kapının iki yanındaki yüksek duvarlar, kapı ile aynı boydaydı. Adam, kornaya iki kere basınca, metal kapının üzerinde bir pencere aralandı. Yuvarlak yüzlü bir adam göründü. Arabayı ve sürücüsünü tanıdığından, pencere sürgüsünü kapatıp, kapıyı açtı. Lüks otomobil bahçede ilerlerken, yeşil boyalı metal kapı arkalarından kapandı. Zara ve kocası nerede olduklarını anlamaya çalışır gibi oldukları yerde dönüp, etraflarına bakındılar. Adamın “Bu taraftan” sözü ile peşi sıra iki katlı, uzun binadan içeri girdiler. Adam önde, Mirvan ve karısı arkasında üst kata çıktılar. Binanın dışı gibi içi de bakımsızdı. Duvarları nemden kabarmış, boyaları dökülmüştü. Adam ahşap kapının önünde durdu. Mirvan’a elindeki bohçayı bırakmasını söyledi. Onun sağa sola bakındığını görünce, başı ile işaret edip, “Koy şuraya. Çıkarken alırsın” dedi. İçeri girdiklerinde İrfan masasında oturuyor, telefonla konuşuyordu. Sakallı adam, hiçbir şey söylemeden misafir koltuklarına oturdu. Mirvan ve karısı ayakta bekliyordu. İrfan telefon görüşmesini tamamlayınca, “İki kişi mi?” diye sordu. Adamın yanıt vermesini beklemeden, gözleri ile Mirvan ve karısını yukarıdan aşağı süzdü. “Nereli bunlar? Türkçe konuşuyorlar mı?” “Abi şimdilik iki kişi. Ama kapatacağım ben senin açığı merak etme. Türkçeleri yok. Arapça anlaştık biz.” İrfan “İyi tamam” dedi. Sipariş aldıklarını teslim edemediklerini belirtip, “Bana bu hafta birkaç kişi daha lazım. Kaç kere söyledim” dedi. “Halledeceğim Abim. Merak etme. O iş bende.”
Mirvan, ileri atılıp sakallı adamın elini iki eli arasına alıp “Allah senden razı olsun beyim. Tuttuğun altın olsun” dedi. Masasında boş gözlerle bakan İrfan’a döndü. Onun da elini sıkmak istedi. İrfan telefondaydı, eli ile istemez gibi bir hareket yapınca Mirvan geri çekildi. İrfan telefonu kapattıktan az sonra içeri yuvarlak yüzlü adam girdi. İrfan “Bunları indir aşağı” dedi. “Doktora söyle kızı harcamasın. Doğumu beklesin.”
Yuvarlak yüzlü adam göçmenleri alıp odadan çıktığında, İrfan arkasındaki kasayı açtı. İçinden bir miktar parayı sayıp, sakallı adama uzattı. Sakallı adam paraları sayarken “Eyvallah Abim” dedi.
İki ay sonra…
İki ay sonra…
Ukrayna’nın kıyı şehri Odessa’nın Arcadia plajı açıklarından demir alan lüks yat Karadeniz’i geçip, İstanbul Boğazına demirlemişti. Yatta heyecanlı bir bekleyiş vardı. Güvenlik şefi, iki koruması ve bir hizmetli dışındaki tüm personeline izin veren Yegor, karısı Ulyana ile ön güvertede oturuyordu.
İki adam Yegor ve eşini başları ile selamladılar. Ölçülü ve saygılı hareketleri ile itaatkarlıklarını sunuyorlardı. Yegor gibi zengin ve güçlü bir adamın sırrına sahip olmaktan tedirgindiler. Yegor’un gösterdiği koltuklara oturdular. Güvenlik Şefi, kapının yanında dikiliyor hiç değişmeyen gözlerle bakıyordu. Lacivert mini etekli hizmetli, uzanarak kadından bebeği almak istedi. “Ben alırım” dedi Ulyana. Küçük adımlarla kadına doğru yürüdü. Kadın sepeti yukarı kaldırdı. Ulyana çekingen hareketlerle uzun parmaklarını, bebeğin küçük bedenine sardı. Kadın diğerlerinin yanına oturdu. Yegor, karısına bakıyordu. Ulyana’nın yüzünde sanki bir flaş patladı. Aydınlandı yanakları. Yüzünde Yegor’un daha önce hiç görmediği çiçekler açtı. Yüzüne uzanan minik parmakları ürkek hareketlerle tuttu. Boynunu eğip önce kokladı parmakları, sonra usulca öptü. Başını kaldırdığında mavi gözleri birer ırmak olmuştu. Daha fazla tutamadı kendisini. Kucağında bebeği ile kocasının göğsüne yasladı başını. Hıçkırarak, “Teşekkür ederim” dedi. Yegor, önce karısının sonra oğlunun başını kokladı. Ulyana kocasına dönerek, “İzin verirsen kamaraya çekilmek istiyorum” dedi. Yegor, başı ile onayladı. Karısının merdivenleri inişini izledikten sonra yan yana oturan adamlara, “Buraya kadar her şey anlaştığımız gibi yürüdü” dedi. Bundan sonrası için tek beklediğinin sadakatleri olduğunu dile getirdi. “Bu konuda endişeniz olmasın” dedi bir haftalık sakalları olan, siyah kumaş pantolonu, siyah ceketi, beyaz gömleği ve rugan ayakkabıları olan sakallı adam, Yegor’u daha iyi tanısaydı eğer onun duyguları arasında endişe olmadığını da bilirdi. Ukrayna’nın son dönem hızla çoğalan zenginlerinden biri olan Yegor, işlerini başkalarına duyduğu güvenle yürütmezdi. Her şeyi kontrol altında tutar, bu nedenle endişe duymazdı. Yegor, lacivert mini etekli, beyaz gömlekli hizmetliden votka getirmesini istedi. Kızın getirdiği votkaları bir dikişte içtiler. İkinci dublenin ardından Yegor, aldığı hizmet için teşekkür ederek, kalınca bir zarfı kısa saçlıya uzattı. Adam, gitme vaktinin geldiğini anlayarak ayağa kalktı. Sakallı olan adam ve kadın da ayağa kalktılar.
Sürat teknesinin motoru çalıştığında, Yegor, yatak odasına inen merdivenlere yönelmişti. Odanın kapısını açtığında gözleri büyüdü. Karısı üzerindeki bluzu ve sutyeni çıkartmış, bebeği göğsüne yatırmış, kokluyordu. Kocasına baktı. Elini uzattı. Yegor, yatağın kenarına oturarak, karısının elini tuttu. “Kokumu duymasını istedim” dedi Ulyana. “Bebekler annelerini kokularından tanırmış” diye ekledi. Bebeği uyandırmamak için kısık sesle sürdürdü konuşmasını. “Bu anı o kadar çok hayal ettiğim, defalarca rüyalarımda gördüğüm halde hiç bu kadar mutlu olacağımı düşünememişim” dedi. Islanmış gözleri ışıl ışıl bakıyordu. Yegor, parmak uçları ile bebeğin başını okşadı. “Kucağına yastık alıp, sallayarak evde dolaştığın zamanları biliyorum.” Ulyana sesini kontrol etmeye, ağlamamaya çalışıyordu. Beceremedi. Hıçkırarak ağlamaya başladı. Vücudu titriyor, yatak hafifçe sarsılıyordu. Gözyaşları yanaklarından süzülürken “Bazı geceler mememi çıkartıp, o yastığı emzirmek için uyumanı beklerdim” dedi. Yegor, karısının yüzünü avuçlarının arasına alıp, dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu. “Biliyorum” dedi “O gecelerde hiç uyumadım.” Karısının elini tuttu. “Bitti artık” dedi. “O karanlık geceler çok geride kaldı.” İkisinin arasında sırtüstü uyuyan bebek, Ulyana ve Yegor’un kenetlenmiş parmaklarının yanındaydı. Ulyana eğilip bebeğin başını öptü. Hıçkırıkları kesilmişti. Gözerinden taşan mutluluk, yanaklarından süzülmeye devam ediyordu.
Yegor “Seni bu mutluluktan mahrum bırakamazdım” dedi. “Ya sen?” diye sordu Ulyana. “Sen de mutlu değil misin?” “Sen mutluysan ben de mutluyumdur” diye yanıtladı kocası. “Yanlış dedi” Ulyana. Kaşları çatılmıştı. “Bundan böyle sen ben diye bir şey yok! Biz varız” dedi. Son kelimenin üzerine basarak “Sadece BİZ” diye ekledi. Gülümsedi Yegor. Önce eğilip bebeğin başını öptü, sonra karısının dudaklarını. “Siz mutluysanız ben de mutluyumdur” dedi. Ulyana ellerini kocasının boynuna dolayıp, kendisine çekti. Uzun uzun öptükten sonra “Ona bir isim bulmalıyız” dedi. Yegor boynunu hafifçe yana eğdi. Karısına şüpheyle bakıyordu. “Bunu düşünmediğine inanamıyorum.” Ulyana mahcupça gülümsedi. “Bu anı hiçbir zaman yaşayamayacağıma o kadar inanmıştım ki.” Yegor, karısının yüzündeki geçmişin yüklediği acı ifadenin sürmesine izin vermemek için konuyu geleceğe çevirdi. Amerika Birleşik Devletleri’nde her şeyin ayarlandığını söyledi. “Hastane, kimlik, doğum belgeleri, resmi olarak ne gerekiyorsa hazır. Pilot alanda bizi bekliyor. Yarın sabah havalanırız.”
Ulyana, eşinin her şeyi planladığına, tüm hazırlıkların yapıldığına inanamıyor, şaşkın bir ifadeyle bakıyordu. Yegor, ara vermeden sürdürdü konuşmasını. “Zaten Amerika’ya gidip geliyoruz. Bir süredir orada tedavi gören bebeğimizi kucağımıza alıp döndüğümüzü söyleyeceğiz. Ulyana mutlu gülümsedi önce. Sonra korkarak “Peki ya işlerin” diye sordu. Yegor, işleri bir süreliğine dışarıdan idare edebileceğini, endişe etmemesini istedikten sonra “Bir an önce belgelerin hazırlanması için bebeğimize isim bulmamız gerek” dedi.
O gece Mirvan ve Zara’nın hiç göremedikleri oğulları, Ukraynalı dolar milyarderi Yegor’un oğlu olurken, Yegor’un Güvenlik Müdürü en iyi dört adamı ile birlikte İstinye sahilindeydi. İskeleye yanaşan sürat teknesinden inen biri kadın üç kişiyi gözlüyordu. Tekneden inenlerin bindiği siyah arabayı takibe aldılar. İstanbul’un köhne bir semtinde ilerliyorlardı. İlerledikleri yol daraldı. Yüksek binalar azalıp, küçülmeye başladı. Evlerin çoğu birkaç katlı, kırmızı tuğlalı, sıvasız yapılardı. Sokakta gördükleri birkaç kişinin kıyafetleri, yoksul bir mahallede olduklarını gösteriyordu. Takip ettikleri lüks araç, yeşil boyalı, çift kanatlı metal bir kapının önünde durdu. Kapının iki yanındaki yüksek duvarlar, kapı ile aynı boydaydı.
Cenk Çalışır yazdı Serhat Filiz Resimledi