Dark Polisiye Altıncı Kitap - Selin Bak
30-03-2024
14:04
Bu hafta Dark Polisiye Müdürlüğü için gerçekten yoğun bir haftaydı. İstanbul’da suç elbette hiç bitmez ama bu hafta gerçekten çok tuhaf vakalarla karşılaştık.
Sonraki gün bir meslektaşımla tanıştım. Etiler’de yaşlı bakım merkezinde başhemşirelik yapıyor Servi Ormancı. Gençliğinde hayranı olduğu jön Berke Bey, artık kendisinin çalıştığı yerde kalıyor. Harikalar Fabrikası adındaki bu yer, yaşlıların zihinlerindeki anılarını depolayan bir sisteme sahip. Eh, kişi de bir jön, düşünsenize ne anıları vardır.
Ekipten Yeşim Santaş Dere, ısrarla bir cenazeye katılmamızı söylediğinde açıkçası hepimiz isteksizdik. Yeşim’in ısrarına dayanamadık ve kılık değiştirerek tüm müdüriyet cenazeye gittik. Görkem adındaki genç bir adamın cenazesiydi. Adamın kız arkadaşı Deniz törende içimizi parçaladı, gerçekten çok üzgündü. Ben de Deniz’le birlikte ağladım. Burnumu çekerken Yeşim’e bu törene neden ısrarla gelmemizi istediğini sordum. ‘Çok safsın. Kederinden gözyaşları kuruyan sevgilisi Deniz’i takip ediyorum. Kendisinden çok şüpheleniyorum. Lütfen gözlerinizi dört açın, var bu işte bir iş.’ deyince hepimiz kız arkadaşı takibe aldık. Ama ne törende ne de törenden sonraki anma toplantısında en ufak bir şüphe göremedik. Yeşim çok ısrarlıydı adamın kendi kendine ölmediğine. Kim bilir, belki de haklıdır. Yeşim asla boşuna şüphelenmez. Hah, arıyor. Eminim anlatacakları hepimizi çok şaşırtacak.
Ertesi gün merkeze gelen bir telefon yolumuzu Cihangir’e çevirmemizi sağladı. Çok severim Cihangir’i. Ekiplerle ben de gideyim dedim. Hem Onur Yürüyüşü de vardı. Biraz slogan atar deşarj olurum. Gittik olay yerine. Kurban Hande Nur Akbaba adında genç bir kadındı. Öğrendiğimize göre de erkek olmak isteyen bir kadınmış. Ekipler önce zehirlendiğini düşündüler ama kazın ayağı öyle değilmiş. Kurbanın arkadaşlarını sorgulama işini ben yapmak istedim çünkü çok renkli insanlar. Sorgulamam bitsin beraber yürüyüşe katılalım, deyince gülüşmeler de yaşandı haliyle. Bu şüpheli ölümü araştırırken bir kere daha fark ettim ki gerçekten çok güzel insanlar çok zor hayatlar yaşıyorlar, yaşatıyoruz. Sokaklardan slogan sesleri kulağıma çalınıyor, ceset karşımda ama gülmemek için kendimi zor tutuyorum. ‘Nerdesin aşkım, burdayım aşkım, ay, ay, ay!’
Akşam oldu ve eğer birileri birilerini öldürmezse bizim mesai bitti. Biraz eğlenmek hepimizin hakkı. Aslında bakmayın kafamız çok ağrımak üzere çünkü 10 aydır insanlar arasında dehşet salmış bir katil var. Özellikle geceleri avlanıyor. Ama ardında asla iz bırakmıyor. Kurbanlarını bize sergilemeyi de çok seviyor. Biz de ekipçe her gece bir mekâna gidiyoruz. Aslında içmeye gidiyoruz ama amirimiz Aşkın’a gizli görevdeyiz diyoruz. Bilmiyorum yiyor mu ama sesini de çıkartmıyor. Bu gece de kendimize mesken olarak Kadıköy’ü seçtik. Girdik mekâna. Karşı masada çok hoş bir kadın ve oldukça çekici bir adam gördüm. Allah’ın neler yarattığına dair bir şeyler mırıldanırken kadın ve adam mekândan ayrılmak için ayaklandılar. Yalnız kulağıma gelen konuşmalarına bakacak olursam bu gece çok ateşli bir gece olacak. İpler, bağlanmak filan... Belli ki yeni tanışmışlar yoksa birbirlerinin neyi sevip sevmediğini bilirlerdi. Ah, keşke onları izleyebilsem, yapacaklarını görebilsem. Yalnız bu gece kan çıkar, ben size söyleyeyim...
Sabah olunca merkezde herkeste bir surat, sormayın gitsin. Bir daha hafta içi âlemlere akmamak hakkında amir bize tatlı sert uyarılarda bulundu. Dinler miyiz? Zannetmiyorum. Çaylar kahveler, ayılmaya çalışırken Riva’da ceset bulunduğu ihbarı geldi. Belirtilen adrese gittiğimizde karşılaştığımız manzara mide bulandırıcıydı. İki parça haline getirilmiş ceset, akşamdan kalmalığımızın üzerine tuz biber ekti. Sımsıkı sarılıp hafriyat alanına atılmış cesedi OYİ’ye bıraktık. Etraf hep moloz yığını doluydu. Kurbanın sarılıp içine tıkıldığı çuvallarda bazı şeyler gözümüze çarptı. Muhtemelen bir evde yapılan tadilat artıklarıydı bunlar ama İstanbul’un her yeri kentsel dönüşümde, ara ki bulasın hangi ev diye... OYİ bize kurbanın kimliği hakkında bilgi verince kurbanın evine çevirdik yönümüzü. Kurban filan diyorum ama öğrendiklerimden sonra pek de acıdığım söylenemez şerefsize. Ama cesedinde gözüme takılan başka bir şey oldu. Ekibe de söyledim hatta ama durun bakalım, adli tıp ne diyecek... Hiçbir şey göründüğü gibi olmayabilir.
Ofise geldik ama hepimiz kaç gündür koşturup durmaktan gerçekten bitap düştük. Ekipten Ayşe Erbulak nefes nefese geldi. Beylerbeyi’nde bir kayıp varmış. Dedik biz cinayetlere bakıyoruz, kayıptan bize ne? Bu kayıp normal değil, altından başka şeyler çıkacak, kalkın gidiyoruz, deyince ablamızın sözünün üzerine söz olur mu? Olmaz tabii. Düştük yine yollara.
Sabah uyandığımda kendimi hiç iyi hissetmedim. Amirim Aşkın’ı aradım, izin istedim. Ama evde de bana afakanlar bastı. Dedim bir boğaz turu yapayım. Hani şehir hatlarının turistik turları var ya, hah işte! Hava da mis. Simitlerimi aldım. Birazı bana birazı arsız martılara. Ama bahtsız bedeviyi çölde kutup ayısı öper. Beni de vapurun halatlarının bağladığı babalar öptü. Şöyle ki; tam vapur hareket edecekken sen babalardan bir kop ve adamın birine yapış. ‘Çekilin! Ben doktorum.!’ Yok, öyle değildi. ‘Çekilin! Ben polisim!’ Zavallı adam salçadan hallice yere yapışmıştı. Hemen olay yeri emniyetini sağladım ve ekiplere haber verdim. Görevlilerle konuşmaya başladım. Çok enteresan, ölünün ardından kötü konuşulmaz deyiminin aksine bu adamın ardından kimse iyi bir şey konuşmadı. Ne pislik, ne şerefsiz adammış. Kaza olamaz bu, garanti biri bunun ipini çekti, ama nasıl? Benden kaçmaz, bulacağım. Önce şu sigaramı birisi yaksın.
Sigaramı ekibe yeni katılanlardan Metin yaktı. Üstü başı kir içinde adamın. Pek de samimi değiliz ama endişelendim haliyle. Ne kadar yeni katılmış olursa olsun, birinin kılına zarar gelse hepimizin canı acır. Meğer ilk dosyası meşhur Yapışkan Sapığı’ymış. Siz bilmezsiniz, kısaca anlatayım.
Bizim müdürlük, siz bilmezsiniz ama oldukça geniş bir çerçevede çalışır. Adli Tıp ve Adli Antropoloji alanında çalışan çok cici iki çalışma arkadaşımız var. Ümmüye ve Buket bir geldiler pir geldiler vallahi. Bizde böyle çalışanlar olduğu çevre birimlerce de duyulunca pek başlarını kaşıyacak zamanları olmuyor ama yine de kahve içmeye arada fırsat yaratıyoruz. Geçen gün ellerine bazı kemik örnekleri gelmiş. Yaptıkları araştırmalar sonucunda acayip bir hikâyeyle karşılaşmışlar. Hadi size de anlatayım.
Ümmiye ve Buket kahve eşliğinde bize bu hikâyeyi anlatırken amir hışımla ofise girdi. Genelde kahkaha atar çünkü. Amir Aşkın hepimizi toplantı odasına beklediğini söyledi ve hızlıca kendi de o yöne doğru ilerledi. Hepimiz peşine takıldık. Onu bir şeyin huzursuz ettiği belliydi. Nasılsa az sonra öğrenecektik.
Amirim bize bunları anlatırken Başkomiserimiz odaya girdi. Gözlerini hepimizin üzerinde bi gezdirdi. Eyvah, yine tuhaf bir görev için kurban arıyor, diye düşündük, haklıymışız. Bir suç şebekesinin içine sızması için birimizi gözüne gezdirdi. Ekipten Armağan bu iş için bence de en uygun kişiydi. Eğlenceli, girdiği her ortama ayak uyduran ve polis olduğuna asla inanmayacağınız bir tip ne de olsa. Armağan’ın da işine geldi. Yoksa Mahmut’mu desem? Zira görev adı Mahmut. Nerden de geldiyse aklına.
Biz Armağan ve Mısır seyahatini konuşurken, azıcık da hasetlenirken geldi ihbar. Galata’da bir kadın cesedi bulunmuştu. Ekibe yine yeni katılan Hanife’ye verdi amir dosyayı. Ama kadının gözler cin gibi. Eminim tereyağından kıl çeker gibi bulur katili. Ama adettendir, eşlik ettim ilk dosyasında kendisine. OYİ ve Adli Tabip ile tanıştırdım Hanife’yi. Hanife hemen adapte oldu işine. Zaten bizim ekibe aldıysa amirimiz muhakkak bir ışık görmüştür. Yoksa gözünüzün yaşına bakmaz. Dönelim olay yerine…
‘Chérie, on boit du thé ?’
Beş senedir ardında hiç ipucu bırakmayan, kurban olarak kendine cehennemlik namzetler seçen ünlü katil Einstein bizimle iletişime geçti. Teslim olacağını çünkü sıkıldığını yazmış ukala dümbeleği. Aslında haksız da sayılmaz. Her sene bir cinayet işleyip ortadan kaybolan bu manyağı yakalamayı bir türlü beceremedik ama bu bizimle taşak geçmesini gerektirmez. Bizi bir partiye davet etmiş. ‘Kâbusa Veda Partisi’ adını verdiği partiye katılımımızı istiyor. Ne yapacak ki? Hepimizi birden patlatacak mı şerefsiz? İlhan Başkomiserim ve ekibi bu katilin hazırladığı sürprizin ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Ama katil gerçekten oldukça zeki... İlhan Başkomiser de armut toplamıyor tabii. Onu yakalamanın tek yolu o davete icabet etmek. Peki ya gerçekten herkesi ortadan kaldırmayı planlıyorsa?
(Einstein’in Gözyaşları- Günay GAFUR)
Servi hemşire ve Berke Bey birbirlerine âşık oluyorlar. Ama zamanları kısa çünkü bilinç aktarımı yapıldıktan sonra yaşlılar maalesef itlaf ediliyor. Ama Berke Bey bunun çözümünü buluyor. Bilinç aktarımını yavaşlatmak için elinden geleni yapıyor. Servi ile aşkını daha uzun yıllar yaşamak için gösterdiği gayret sadece bu da değil. Sıkı sıkıya korunan tesisten kaçmanın planlarını yapıyor ve bunu başarıyor. ‘Hani suç bunun neresinde?’ diye soracaksınız, firarını saymazsak bir suç yok. Asıl suç firardan sonra gerçekleşiyor. Aşktan gözleri kör olmuş Servi hemşire sevgilisi Berke için ne kadar ileri gidecek? Aşkın gözü kör mü değil mi, hep beraber öğreneceğiz.
(Yaşama Hırsı- Ercan AKBAY)
(Kahvenizi Nasıl Alırsınız?- Yeşim SANTAŞ DERE)
(Onur Yürüyüşü- Doruk ATEŞ)
(Sukutuhayal- Selin BAK)
(Uykusuz- Cenk ÇALIŞIR)
Ofise geldik ama hepimiz kaç gündür koşturup durmaktan gerçekten bitap düştük. Ekipten Ayşe Erbulak nefes nefese geldi. Beylerbeyi’nde bir kayıp varmış. Dedik biz cinayetlere bakıyoruz, kayıptan bize ne? Bu kayıp normal değil, altından başka şeyler çıkacak, kalkın gidiyoruz, deyince ablamızın sözünün üzerine söz olur mu? Olmaz tabii. Düştük yine yollara.
Adres Beylerbeyi’nde bir mahalle, nasıl güzel köşkler var. Bizim bu maaşlarla asla sahip olamayacağımız bu evlere bakarken damlayan salyalarımızı umarım etraftan gören olmamıştır. Ayşe ablamız bu ihbarın aslında daha önce yapıldığını, şimdi burada bulunma sebebimizin ihbarı yapan adamın da kayıp olması olduğunu söyleyince biz de bi işkillendik. Adamın karısı kayboluyor, kayıp ihbarı yapıyor, sonra adam da kayboluyor. Ne kadından ne adamdan asla bir iz bulunamıyor. Konu komşu ile görüştüğümüzde kayıp çiftin komşu konağında yaşayan bir abla kardeş olduğunu ve ne enteresan ki onların da kadının kaybolmasından önce kayıplara karıştığını öğreniyoruz. Ayşe abla haklı galiba. Bu işin içinde bir iş var ve eminim günün sonunda elimizde ceset de olacak. Ama işe nereden başlamalı? Hmm, bu havuzda neden su yok?
(Balık Havuzu- Ayşe ERBULAK)
(Boğaz Turu- Gürsoy UYSAL)
Bugüne kadar üçü erkek, dördü kadın yedi kişiyi tecavüz edip öldüren bu manyak, kurbanlarını yapıştırmasıyla ünlüydü. Bizim Metin’de işe yeni başlayınca amir yeni kan diye dosyayı ona vermişti. Katilin sekizinci kurbanı hayatta kalmayı başarınca bir robot resim çizdirmişti. Gelen bir ihbar Yapışkan Sapığı’nı gördüğünü ve konumunu bildirmiş. Ekipler verilen adrese gittiğinde belden altı çıplak ve oturduğu yere yapıştırılmış birini bulmuşlar. Kişinin suratında kar maskesi varmış. Ağzında ve makatında yine yapıştırılmış dinamit lokumları olan kişinin kucağında da zaman ayarlı bir bomba bulunuyormuş. Bizim Metin zeki adam tabii, kurbanların hepsinin mavi gözlü olduğunu biliyormuş ama bu kişinin gözleri mavi değilmiş. İçine bir kurt düşmüş ve bombaya rağmen kişiye yaklaşıp kafasındaki maskeyi çıkartmış. Karşısında gördüğü kişi onu çok şaşırtmış. Ürkütücü bir ikilemde kalan Metin eminim birçok dosyayı çözüme kavuşturacak.
(Yapışkan Sapığı- Metin EKİNCİ)
Bizim müdürlük, siz bilmezsiniz ama oldukça geniş bir çerçevede çalışır. Adli Tıp ve Adli Antropoloji alanında çalışan çok cici iki çalışma arkadaşımız var. Ümmüye ve Buket bir geldiler pir geldiler vallahi. Bizde böyle çalışanlar olduğu çevre birimlerce de duyulunca pek başlarını kaşıyacak zamanları olmuyor ama yine de kahve içmeye arada fırsat yaratıyoruz. Geçen gün ellerine bazı kemik örnekleri gelmiş. Yaptıkları araştırmalar sonucunda acayip bir hikâyeyle karşılaşmışlar. Hadi size de anlatayım.
İstanbul’un uzak köylerinden Dede Köyü’nde göreve yeni başlayan bir öğretmen varmış. Adı Alçin olan öğretmen hanım da bu köyde büyümüş, dedesiyle beraber. Rahmetli dedesinin evine yerleşen Alçin öğretmen odunlukta gömülü bir kemik parçası bulmuş. Jandarma olay yerine intikal etmiş. Bizim Ümmiye ve Buket olay yerine davet edilmiş. Geniş çaplı bir araştırma yapmışlar ve kemiklerin devamını da bulmuşlar. Bir insanda bulunan kemiklerden fazlaca kemik çıkmış. Ekip arkadaşlarımız kemiklerin kime ait olduğunu bulunca yıllardır gömülü bir cinayetin de sır perdesini aralamış olmuşlar. Acıklı bir hayat hikâyesi, kadınların hiç bitmeyen çilesi...
(Kemiklerin Fısıltısı- Ümmiye TÜZÜN & Buket ÇETİN)
Amir Aşkın Hanım, bir tanıdığının başından geçenleri ve ne yapması gerektiği konusunda akıl danıştı. Gerçekten onun için içinden çıkılmaz bir durum ve verilmesi gereken zor kararlar var.
Can adındaki delikanlı oldukça varlıklıymış ve ailesinden kalan evde yalnız yaşıyormuş. Bir hafta kadar önce durup dururken evdeki alarmlar çalmaya başlamış. Can kamera görüntülerine bakmış. Alarmın ötmesine bir sebep görememiş ama tesadüfen eski görüntülerde sarışın ve güzel bir kadının zamanlı zamansız evine girip çıktığını fark etmiş. Bu kadının ne zamandır girip çıktığını araştırmaya başlamış ama kayıtlar en fazla geçmiş bir ayı gösteriyormuş. Kadın tüm görüntülerde varmış. Ama garip olanı kadınla asla yüz yüze gelmemiş. Can inat etmiş, uykusuz kalma uğruna kadını beklemeye başlamış. Ama asla yakalayamamış. Günler geçmiş ama kadın asla Can’a yakalanmamış.
Kadının eve en son girdiği görüntülerde dikkatini çeken şey çıkışının görülmemesiymiş. Yani kadın evdeymiş. Aramış ama bulamamış. Artık kafayı yediğini düşünmeye başlamış. Komşusuna kadını eve girip çıkarken görüp görmediğini sormuş, komşusu kadını gördüğünü söylemiş. Hatta turnayı gözünden vurdun gibi espriler bile yapmış. Eve gelen temizlikçi kadınla konuşmuş, kadın Ceyda Hanım’ı geçen hafta gördüğünü söylemiş. Anlaşılan o ki adı Ceyda olan kadını Can dışında herkes görüyor ama Can hiç karşılaşmıyormuş. Temizlikçi kadının elindeki kadın elbisesini gören Can elindekinin ne olduğunu sorunca temizlikçi kadın Ceyda Hanım’ın odasından temizliğe başladığını söylemiş. Yüzünü bile görmediği Ceyda Hanım’ın evinde odası mı varmış? Çatı katındaki odaya çıkmış, kapıyı açmış ve gördüklerinden sonra çıldırmasına ramak kalmış.
Sonra ne mi olmuş? Ekip üyeleri arasında konuşulanlar ekip arasında kalır. Asla dışarı sızmaz. Çok merak ettiyseniz Aşkın amirim belki size anlatır.
(Kendi Halinde- Aşkın ZENGİN AKKUŞ)
Amirim bize bunları anlatırken Başkomiserimiz odaya girdi. Gözlerini hepimizin üzerinde bi gezdirdi. Eyvah, yine tuhaf bir görev için kurban arıyor, diye düşündük, haklıymışız. Bir suç şebekesinin içine sızması için birimizi gözüne gezdirdi. Ekipten Armağan bu iş için bence de en uygun kişiydi. Eğlenceli, girdiği her ortama ayak uyduran ve polis olduğuna asla inanmayacağınız bir tip ne de olsa. Armağan’ın da işine geldi. Yoksa Mahmut’mu desem? Zira görev adı Mahmut. Nerden de geldiyse aklına.
Mahmut bir suç şebekesinin içine sızması için görevlendirildi. Onun da canına minnet. Ekmek elden su gölden, tüm masraflar da bürodan… Yapacağı tek şey bir kahvede Cokey Haşim denen bir adama yakınlaşmak ve onun hakkında delil toplamaktı. Cokey Haşim lakabından anlaşılacağı üzere at yarışlarına hile karıştırıyor, yarış mafyalığı yapıyordu ama polisin elinde bir delil yoktu. Çünkü Cokey Haşim herkesi yemliyor, arkasını da topluyordu. Ama Armağan, aman Mahmut, Lucky Mahmut da en az Cokey Haşim kadar yetenekli çıktı. Mahmut’un Lucky Mahmut’a evirilmesi beni hiç şaşırtmadı ama sonradan olanları amir anlatmasa asla inanmazdım. Enteresan işler, acayip planlar, pes! Armağan’ı da en son sevdiceğiyle beraber Mısır’da görmüşler. Ben de başkalarının yalancısıyım.
(Lucky Mahmut- Armağan TUNABOYLU)
Biz Armağan ve Mısır seyahatini konuşurken, azıcık da hasetlenirken geldi ihbar. Galata’da bir kadın cesedi bulunmuştu. Ekibe yine yeni katılan Hanife’ye verdi amir dosyayı. Ama kadının gözler cin gibi. Eminim tereyağından kıl çeker gibi bulur katili. Ama adettendir, eşlik ettim ilk dosyasında kendisine. OYİ ve Adli Tabip ile tanıştırdım Hanife’yi. Hanife hemen adapte oldu işine. Zaten bizim ekibe aldıysa amirimiz muhakkak bir ışık görmüştür. Yoksa gözünüzün yaşına bakmaz. Dönelim olay yerine…
Kurban yirmili yaşlarında bir kadındı. Mini kırmızı bir elbise giymiş, acemice bir makyaj yapmıştı. Belli ki süslenmeye çalışmış ama pek de becerdiği söylenemezdi. Kalbine aldığı bıçak darbesiyle hayatını kaybeden kadının bir meyhanede çalıştığını öğrendik. Hanife ile beraber meyhaneye gittik. Mekânın sahibi kurban Neşe hakkında bize bazı bilgiler verdi. Mekânda çalışanlardan birisi de tarihin ünlü Galata Canavarı lakaplı katilinin işi olduğunu iddia edince gülmemek için kendimizi zor tuttuk. Kurban meyhanenin arka tarafındaki depodan bozma bir odada kalıyordu. Yaptığımız incelemelerde kurbana ait olan bir cüzdan ve cüzdanda bir pavyonun kartvizitini bulduk. Ama en çok şaşırdığımız kurbanın cüzdanında kendi fotoğrafını en öne koymuş olmasıydı. Bana mı garip geliyor bilmiyorum ama genelde sevgilimizin, eşimizin ya da sevdiklerimizin fotoğraflarını koymaz mıyız? Neşe neden kendi fotoğrafını koymuş ki?
Kurbanın cüzdanında bulduğumuz pavyona gittik. Neşe’nin iki hafta önce pavyonda çalışmaya başladığını öğrendik ve devrelerimiz yandı. Şimdi size de soruyorum; bir insan aynı anda iki ayrı yerde nasıl çalışabilir? Ama yeni eleman Hanife’nin buna bir cevabı var. Vallahi ben ikna oldum ve onu soruşturmasıyla baş başa bırakıp büroya döndüm. Amire de yeni elemanın dosyayı ustalıkla çözdüğünden gururla bahsettim.
(Galata Canavarı- Hanife DEMİR)
‘Chérie, on boit du thé ?’
Vay! Ate gelmiş Fransa’dan. Kucaklaşmalar, öpüşmeler. Tabii çayını da verdik. Gizli bir görevdeydi kendisi uzun zamandır. Ama bu arada ülkede olan bazı olaylar ilgisini çekiyor onları da araştırıyordu. Bunlardan biri de Ahmet Deliz cinayetiydi.
İki yıl kadar önce bir cinayetle çalkalanmıştı ortalık. Yeraltı dünyasının önemli isimlerinden Ahmet Deliz kendi evinde tek kurşunla öldürülmüş olarak bulunmuştu. Katil olarak kurbanın yeğeni tutuklanmıştı. Yeğen ısrarla kendi öldürmediğini söylüyor ama tüm deliller de onu işaret ediyordu. Hatta artık hiçbir avukat onu savunmak istemiyor çünkü davayı kaybedeceklerini biliyorlardı. Bir gün genç bir avukat kadın, yeğen Serhat Deliz’i savunmayı kabul etti, hatta pek de hevesliydi. İşte Ate o avukat kadının arkadaşıydı. Avukat kadının babası da ünlü ve saygın bir avukattı. Avukat kadının elinde daha önce kimsede olmayan bir delil vardı ve müvekkilinin suçsuzluğunu ispatlayacağına emindi. Ama Ate’nin şüpheleri vardı, hatta babasının da ama avukat kadın elindeki delile güveniyordu. Mahkeme gününe kadar geçen sancılı bekleyiş ve mahkemenin kararı bazılarını oldukça şaşırtmış olabilir. Ama Ate’nin şaşırmadığına bahse girerim. Uyarmaya çalıştı ama dinleyen olmadı ki!
(Aynadaki Cinayet- Atilla Ate ATHENRİO)
Dark İstanbul Polisiye Müdürlüğü olarak bir haftada on dört dosya kapatarak epeyce yorulduk. Ama tatlı bir yorgunluk bu. Bürodaki kıdemli ressamımız Ali Doğanlı'dan faiilerin robot resimlerini çizmesi istemiştik o da kendini olayları çözmeye kaptırmış olacak ki olayın neredeyse sahnelerini çizdi. O olmasa biraz zor çözerdik biz bu düğümleri...
Eğer İstanbul izin verir de bu gece kimse kimseyi öldürmezse biraz dinlenmeyi düşünüyoruz. Ama benim tanıdığım İstanbul asla uyumaz. Kim bilir belki de Dark Polisiye Yedinci Kitap’ın kahramanları, İstanbul’un karanlık köşelerinde, ellerindeki birbirinden farklı silahlarıyla yeni kurbanlarını aramaya başlamışlardır, hatta ilk kan akmıştır bile…