Frankenstein aramızda - Lalehan Bosnalı
Boğazımıza kadar cinayete, tecavüze, tacize, dolandırıcılığa batmış durumdayız. En çok cinayete… En vahşisinden. Hani büyük acılar suskundur denir ya… evet susuyormuşsun gerçekten. Ne bir teselli cümlesi geçiyor zihninden, ne söyleyecek bir şey bulabiliyorsun. Donup kalıyorsun, öylece. Acıyı fazlasıyla hissettiğinde duyarsızlaşma hali gibi değil, şok olarak kilitlenme hali gibi bir durum bu.
Bir edebiyat eserinde polisiye/suç ögeleri taşıyan kurgu anlatılarda yazarın kalemiyle oluşan estetik değer, dehşeti zarafetle sunabiliyor tabii, ancak dehşet dolu hayat insanın ruhunu ezip çürütüyor.
Gelelim Frankstein’a.
Ferit Burak Aydar’ın tercümesinden okuduğum Frankestein kitabının, sunuş bölümünde genç bir kızken kaleme aldığı hikâyenin kökeni sorulduğunda, Mary Shelley şöyle cevap vermiş.
“O zamanlar, böyle iğrenç bir fikre nereden kapılmış ve sonra bu fikri nasıl dallandırıp budaklandırmıştım, anlatayım.1816 yazında İsviçre’ye gittik ve Lord Byron’a komşu olduk. Childe Harold’ın üçüncü kantosunu yazmakta olan Lord Byron, havanın kötü seyrettiği, evlere tıkıldığımız o yaz, elimize Almanca’dan Fransızca’ya çevrilmiş bazı hayalet öykü kitapları geçti. Bunları okuduk. Bir gün Lord Byron,” hepimiz bir hayalet öyküsü yazacağız,” dedi. Dört kişiydik. Herkes kabul etti. Sancho’nun diliyle söylersek; her şeyin bir başlangıcı olmalıdır. Ve bu başlangıç vuku bulmuş bir şeyle bağlantılı olmalıdır. Hindulara göre, dünya bir filin sırtında durur, ama fil de bir kaplumbağnın sırtında durur. Naçizane kabul etmek gerekir ki, yaratıcılık boşluktan değil, kaostan bir şey yaratmaktır. Yaratıcılık karanlık şekilsiz tözlere biçim verebilir, ama tözün kendisine varlık kazandıramaz. Yaratıcılık; bir konunun bütün imkanlarından faydalanabilme becerisi ile onun düşündürdüğü fikirleri yoğurup şekillendirebilme yetisinden oluşur. Yaşam ilkesinin doğası ve günün birinde bunun keşfedilmesinin ve aktarılmasının mümkün olup olmayacağı tartışma konularımızdan biriydi. Dr. Darwin’in deneylerinden konuştuk. Belki de bir ceset canlandırılabilirdi; galvanizm bu tür şeylerin işaretlerini vermişti, belki de bir yaratığın bileşenleri üretilip bir araya getirilebilir ve hayat ısısıyla donatılabilirdi.
Frankestein’i romanını okuyanlar bilecektir. Viktor Frankestein bilim uğruna ortaya çıkardığı garabet canlıyı ilk andan itibaren yalnız bırakır, çünkü ortaya çıkan varlıktan hoşnut değildir. Aslında masum olan fakat, gözünü açtığı ilk andan itibaren yaratıcısı dahil olmak üzere kötü muameleye maruz kalan, yalnızlaştırılan Frankestein’in hikayesi aslında çok dokunaklıdır. Kitabı kapattığınızda kendinize soruyorsunuz; farklı muamele yapılsaydı sonuçlar farklı olabilir miydi?
Son dönemde can acıtıcı şeyler yaşadık. Bir kadın olarak şunu düşündüm. İki kadını korkunç bir şekilde öldüren ardından intihar eden o kişi başka bir şekilde yetiştirilebilseydi; örneğin, doğal yetenekleri keşfedilip, onun üzerine eğitimler alıp, tuhaf gruplara katılmadan kendini ifade etme şansı verilseydi, bu faciayı yaşar mıydık?
Şizofreni veya başka ruhsal rahatsızlıkları olabilir, bilemem, ama eğer yoksa… Yani çevre faktörü, ezilmişlik, dışlanmışlık arasında sıkışmış ve aslında düzeltilebilecekken bu noktaya geldiyse…