İnsana Dair | Lalehan Bosnalı
Merhaba arkadaşım,
Edebiyat soslu, merdiven altı kişisel gelişim sayfama hoş geldin. Burada savaşlar, ihanetler kısacası insana dair konular seçip, çoğu zaman roman karakterleri, mitoloji, bazen de etrafımızdaki insanların davranışlarını tartışmayı, sorular sormayı, sizlerden cevap alamasam da duygularıma dokunan kısımlarıyla kendimi sorgulamayı hedefledim. Fakat hepimiz biliyoruz ki, biz bu davranışları tartışırken, soykırım da yapsak, komşumuza çamurda atsak, dünya denilen beş harfli küçük cümle, dönmeye devam ediyor. Her sabah gün aydınlanıyor, mevsimler değişiyor. Yani sistem, neyi nasıl yaptığımızla ilgilenmiyormuş, gibi değil mi?
Gerçekten öyle mi?
Beş sene önce, oldukları bölgede havaların ısınmasıyla, kışın geldiğini anlamayan ve bu yüzden göç etmeyen göçmen kuşların, diğer bölgede portakalları yiyen kurtların çoğalarak bütün mahsulü yok etmesine sebep olması, hayatlarımızın birbirine nasıl görünmeyen iplerle bağlı olduğunu göstermiyor mu?
Yani kelebek etkisi.
Attığın her adımın veya aldığın her kararın, dünyanın öbür ucunda tufana sebep olabileceğini bilseydin nasıl davranırdın? Sen bunu düşünürken, ben yılan taçlı Medusa’nın ilginç ve çok gerçekçi hikayesini paylaşmak istiyorum.
Eylemde bulunan esas kişi aslında Posedion olmasına rağmen cezalandırılan kişinin Medusa olması sana da tanıdık geldi mi? Kişisel zafiyetleri, ya da kocasının hastalıklı beyniyle yüzleşemeyen Athena’nın faturayı zavallı Medusa’ya kesmesi benim içimi çok titretir.
Hayatın genel akışı içinde; patronunun, eşinin, dostunun, sana yaptığı haksızlıkları çoğu zaman düzgün bir dille anlatamadığından öfkeni sana muhtaç olan insanlardan, sokaktaki kediden çıkardığında vicdan azabı çekiyor musun?
Sistemsel olarak dünya dönüyormuş ve yaptığın haksızlıkları umursamıyormuş gibi görünse de dünya bunu umursuyor. Bunu görmek için, alıcı gözle etrafına bakman yeterli. Ama dünyanın umursadığına seni inandıramadıysam, canını yok yere yaktıkların umursuyor.
Tutkusu yaşamak olan insanlar, manayı çoktan keşfetmiş olanlardır. Manayı keşfedenlerse sokaktaki kediyi, çocuğu yani ona muhtaç olanın canını yakmaktan çekinirler.
Merhaba arkadaşım,
Edebiyat soslu merdiven altı kişisel gelişim sayfama hoş geldin. Bugün merhameti mercek altına alalım istedim. Sömürüye son derece açık bir alan olduğu için, merhametle ilgili kafamızın çokça karıştığını inkâr edemeyiz sanırım.
Keza benim de!
Zincirlikuyu- Söğütlüçeşme arası akşam saati, nefes alınmayacak kadar kalabalık metrobüse zor bela bindiğim yolculuğumu hatırlıyorum. Bir sonraki durakta, hemen önümde oturan genç kadının inmesiyle, inanmayacaksınız ama, gökyüzüne havai fişeklerin fırlatıldığı bir an yaşadım. Nadiren şansım yaver gitmişti ve ben buna alışkın değildim. Aslında olayların geri kalanı olmasa o anı hiç hatırlamayabilirdim. Her neyse; mutluluk içinde oturduğum koltuktan, içeri topallayarak binen genç delikanlıya yerimi vermek için hızla kalktım. Öyle oflaya puflaya değil harbiden, isteyerek. İki durak sonra, topallayarak binen delikanlı, koşarak metrobüsten indi. İyi niyetimin sömürülmesi ve kendimi aptal gibi hissetmemin dışında o güne dair bir de yukarda bahsettiğim patlamayıp, sadece ıslık sesi çıkaran havai fişekleri hatırlıyorum.
Yaşanılan ihanetlerle yardım etme isteğimin köreldiğini fark ettiğimde bir farkındalık yaşadım…
Jack Griffith London’ın yazdığı birbirini tamamlayan -Yabanın Çağrısı ve Beyaz Diş- isimli iki şahane romanda geçen köpek ve köpek kurt karakterlerine gösterilen merhamet ve acımasızlığı en yalın haliyle nasıl yansıttıklarına bakalım.
İlk olarak Yabanın Çağrısı’nı yazmış, Jack London. Otoriteler, bu romandan başlanması gerektiğini söylüyor. Okumaya tersten başladığım için, bu bilgiye kesinlikle katılıyorum.
Buck
Buck, babası St. Bernard annesi bir çoban köpeği olan uzun tüylü, güçlü bir köpektir. Güneyde yaşayan Yargıç Miller’ın sakin, lüks ve huzurlu hayatından koparılarak bahçıvan yamağı tarafından, kaçırılıp satılır. Bir ev köpeği olarak yetiştirilmiş olan Buck’ın hayat akışı bu andan itibaren değişir. Eski hayatını karakterize eden, zor beğenme huyunu hızla kaybeder, Kendisine ait olmayanı almak aklına gelmezken, açlık sınanır ve gözlemciliği ile öğrenir. Değişen ağır şartlara uyum kabiliyeti, genetiğinde bulunan amansız var olma içgüdüsüyle olur, ancak ahlaken çürümeye başlamıştır. Evcilleştirildiği için ölü içgüdüleri bu hayati değişimle, kendi türünün en eski ve vahşi haline dönüş yapar. Buck özüne dönmüştür.
Beyaz Diş
“Onun hamurunu yoğurup doğanın düşündüğünden çok daha acımasız bir şey haline gelmesini sağlayan, bu ortamdı, bu adamlardı.”
Romanın ismiyle aynı adı taşıyan kurt köpeği karakteri- Beyaz Diş’in- vahşi doğada hayatta kalması çocuk oyuncağıdır. Güçlü görüntüsü ve güzelliğiyle dikkat çektiğinden, merhametsiz insanların eline geçerek canavara dönüşmesinin fotoğrafını adım adım okursunuz. Onun hayatta kalma mücadelesini oyun, zevk ve para kazanma vesilesi yaparak neredeyse ölümüne ramak kala, tıpkı Yabanın Çağrısı’nda olduğu gibi, Beyaz Diş’de kurtarıcısına kavuşur. İnsan olmanın erdemlerine sahip olan kurtarıcısının gösterdiği merhametle, ona ve ailesine ölümü göze alacak kadar büyük bir şükranla bağlanmasını okursunuz.
Beyaz Diş uysallaşır.
Evcil hayattan vahşiliğe doğru giden Buck ile, vahşi hayattan evcilliğe doğru giden Beyaz Diş’in sevgi ve merhameti hissettiği anda, ölümüne bağlanmalarının hikayesi.
Yaşadığım farkındalığı açıklayan en güzel cümleyi Mandy Reichwald sarf etmiş.
Gerçek merhamet insanlara içlerindeki gücü bulabilmelerini sağlayacak desteği vermekten geçiyor.
Fazlası değil.
Dip sos: Birçok çeviri de aslında Vahşetin Çağrısı olarak tercüme edilmiş olsa da Cihat Taşçıoğlu çevirisinde Yabanın Çağrısı olarak tercüme edilmiştir. Bunu da çevirmen şöyle açıklamış:
-Bu kitapta vahşete dair bir şey yoktur, dolayısıyla da başlığının Yabanın Çağrısı olması gerekir.- Açıklamasına katılmıyorum, ancak okuduğum çeviriden çok memnun kalarak son sayfayı kapattım.
Lalehan Bosnalı.