Murat Davman - Mustafa Ali Yurdupak
Casus-macera romanları, ya da kısaca casusiye, polisiyenin bir alt türü müdür yoksa ayrı bir tür olarak görülebilir mi? Casus-macera’nın önemli temsilcileri olan John Le Carre, Graham Greene, Eric Ambler, Ian Fleming gibi isimlerin hepsinin İngiliz olduğuna bakarsak İngiliz ekolünde ayrı bir türün varlığından söz edebiliriz diye düşünüyorum. Türk edebiyatında ise bu tür daha zengin olan polisiyenin gölgesinde kalıyor diyebiliriz. Nitekim Amanvermez Avni, Mehmet Rıza, Cingöz Recai, Elegeçmez Kadri dediğimizde hepimizin hafızasında bir şeyler canlanıyor ama Seyfi Hüget ya da Yüzbaşı Kırbaç dediğimizde çoğumuz duraksayacaktır.
Casus-macara’nın edebiyatımızdaki miladını önceleri Esat Mahmut Karakurt’un 1946’da yayımlanan “Ankara Ekspresi” ile koyuyordum. Ancak Binbaşı Seyfi Hüget’in Türkiye’yi işgal etmek isteyen Nazilere karşı verdiği istihbarat mücadelesini anlatan Ankara Ekspresi’nden daha önce İskender Fahrettin Sertelli’nin 1932’de basılan “Lavrens İstanbulda” isimli romanıyla karşılaşınca miladı geriye aldım. Lavrens İstanbul’da hakkındaki yazımı Kafasına Göre’nin 54.Sayısında bulabilirsiniz.
Bu yazımda ise daha geç dönemde ortaya çıkmış bir seriden ve kahramandan bahsedeceğim. Konumuz Ümit Deniz’in gazeteci-istihbaratçı karakteri Murat Davman olacak. Ümit Deniz’in 14 romanı bulunuyor. Bunların, birkaç istisna dışında, başkarakteri Murat Davman. Bu seriye tamamen casus-macera diyemeyiz zira Davman’ın istihbarat konulu maceraları aslında 4 romanla sınırlı: “Ölüm Perdesi”, “Casuslar Savaşı”, “İstanbul Tehlikede” ve “İki Kere İki Eder On İki”
Konuya yazarla başlayacak olursak Ümit Deniz hakkında ulaşabildiğim bilgiler birbirinin tekrarı mahiyetinde kalıyor. Haydarpaşa Lisesi’nden mezun, gazeteci ve birçok gazetede farklı görevler üstlenmiş. Roman yazarlığı dışında oyunculuk ve seslendirme de yapmış. 1946 yılında dönemin ünlü Yeşilçam yıldızlarından Gülistan Güzey ile evlenmiş ve Müfit adında bir çocukları olmuş. Bu evliliği fazla uzun sürmemiş olan Deniz’in 1958 yılında basılan “Ölüm Perdesi” isimli romanını eşi Semra Deniz’e ithaf etmesinden başından en azından iki evlilik geçmiş olduğunu anlıyoruz. Deniz’in genç yaşlarını gösteren bir fotoğrafa rastlamadım. Internette aşağıda görebileceğiniz resmine rastlıyorsunuz. Reşat Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi’nde Deniz’i şöyle tarif etmiş: “ortanın üzerinde uzun boylu, görünüşü heybetli, hayli zamandan beri çenesinde Fransız kesimi sakallıdır, yıl boyunca yakasında bir karanfil alametifarikası halindedir. Gazeteciler Cemiyeti, Gazeteciler Sendikası, Moda Deniz Kulübü, Taşlık Tenis Kulübü, Levend Kulübü üyesidir. İngilizce ve Fransızca bilir” Ümit Deniz 1975 yılında Hilton’da bir sergi açılışında kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmiş.
Davman diğer romanlarında hayatına dair başka ipuçları da sunuyor. “İstanbul Tehlikede” isimli romanından Ankara Üniversitesi SBF mezunu olduğunu öğreniyoruz. ‘Casuslar Savaşı’ndan ağır sıklette amatör boks şampiyonluğu olduğunu ve yazları Moda’da; Kışları Şişli’de oturduğunu.
“Ölüm Perdesi” Davman’ın istihbarat dünyasına adımını atmasıyla başlıyor. MAH reisi Cemil Paşa İleri Gazetesi patronundan acar muhabirini MAH emrine vermesini istiyor. Zira ülkede dal budak sarmış gizli ve yasadışı bir örgüt darbe yapmak hazırlığındadır. Romanda bu örgütün ideolojik rengine dair herhangi bir ipucu verilmiyor. Ancak örgütün hey yerde hazır ve nazır olduğunu görüyoruz. Birçok önemli bürokratın ve iş adamının da bağlı olduğu örgütün emrinde kendilerine birkaç göbek önce ailece girmiş uyuyan hücreler de var. Yukarıda açıkladığım gibi roman savaşın bittiği ve Semplon ekspresin seferlerine başladığı bir zaman dilimini konu edinmesinden 1945-46 diye tarihleyebiliriz. Romanın ileriki safhalarında gizli örgüt Haliç’teki Sait Turhan Cephane Fabrikasını havaya uçuruyor ve yüzlerce insan ölüyor. Ümit Deniz’in burada Enver Paşa’nın kardeşi ve Bakü Fatihi olarak bilinen Nuri Killigil’in fabrikasında 1949 yılında yaşanan patlamadan ilham aldığını tahmin ediyorum. Zira o patlamada Nuri Killigil de yaşamını yitirmişti ve patlamanın üzerindeki esrar perdesi asla kalkmadı. Halen patlamanın kaza değil Mossad operasyonu olduğunu iddia edenler bulunmaktadır. II.Dünya Savaşı sırasında Nazilerle yakınlığı bulunan Killigil’in İsrail’in kurulmasından sonra Araplara silah ve mühimmat satmasının onu bir Mossad operasyonuna kurban gitmesine sebep olduğu bilindik bir teoridir.
Romana dönecek olursak bu türe çok yakıştırılan beklenmedik bir son ile karşılaşacağınızı söyleyebilirim. Yazar bizi şaşırtmayı başarıyor. Ancak bu şaşırtma için oldukça sert bir manevra yaptığını söylemeliyim. İlk şaşkınlık geçince sormaya başlayacağınız bazı soruların cevabını bulamıyorsunuz.
Roman 1958 yılında Türkiye Kitabevi tarafından “Günün Kitapları” serisinde basılmış. Görebileceğiniz en sade tasarımlardan birine sahip. Kapakta sadece romanın ismi var. Kitabın ilk sayfasında yayınevinin artan kâğıt maliyetleri karşısında kitapları okuyucuyla buluşturmak için 9 puntoyla hurufat yapıldığı ve boşlukların kaldırıldığına dair açıklamalarıyla karşılaşıyorsunuz. Nitekim kitap 9 puntoyla gözleri yoruyor. Yazarın eşi Semra Deniz’e ithaf ettiği romanın bu mütevazı başlangıcına karşılık kısa sürede tutulmuş olacak ki 1960 yılında filme alınıyor. Murat Davman’ı devrin meşhur jönlerinden Orhan Günşiray canlandırıyor.
Konu edineceğim ikinci roman “İstanbul Tehlikede”. Roman 1970 yılında basılmış. Davman burada kendisini 185 boyunda 100 kilo ağırlığında ve 35 yaşında diye tanımlıyor. Yaşından hareketle Davman evreninde bu hikâyenin de “Ölüm Perdesi” ile aynı yıl yaşandığı sonucuna ulaşırız. Ancak “Ölüm Perdesi” ile “İstanbul Tehlikede” arasında görüldüğü gibi Davman 10 kilo almış! Davman ‘vücudumda gram yağ bulunmaz’ diyor. Buradan hareketle kahramanımızın birkaç ay içinde kendisine 10 kilo kas sağlayan etkili bir vücut geliştirme programı uyguladığını mı düşünmeliyiz? 10 kilo kasın kaç ayda yapılabileceğini okuyucularımız arasında, varsa, Arnold Schwarzenegger, Jay Cutler ve Ronnie Colman hayranlarına bırakıyorum!?
Bu romanda da MAH Reisi Cemil Paşa Davman’ın yanına “yandık yetiş” dercesine geliyor. Birlikte Mahmutpaşa’daki Kürkçü Hanı’nda yerleşik teşkilat merkezine gidiyorlar. Davman burada “özel MİT ajanı” olarak atanıyor. Bu özel bir statü. Davman bunu ‘Salahiyetim sonuz. Bir telefonla uçak hatta destroyer tedarik ettirebilirim’ diye anlatıyor. Akabinde teşkilatın teknisyenlerinden Hayri Tümer kendisine patlayıcıya dönüşen sakız, dolmakelem görünümlü tabanca gibi silahlar veriyor. Sonsuz salahiyet ve teknoloji harikası silahlar apaçık bir James Bond esinlenmesi olduğunu gösteriyor. Öldürme yetkisine sahip Bond’u mazgalından ağır makineli tüfek namluları uzanan ve İngiliz mühendisliğinin zirvesi olarak tabir edilen Aston Martin DB5 ile teçhiz eden teknisyen “Q”’nun yerini de bizde Hayri Tümer almış. E tabi merkezi Mahmutpaşa’da bir iş hanında olan mütevazı bir teşkilatın da ajanına Aston Martin yerine sakız vermesine içerlememeliyiz.
Roman NATO balistik füze tatbikatlarının yapılacağı sırada İstanbul’un yeraltı dünyası ile işbirliği halinde bir sabotaj düzenlemek isteyen Doğu Bloku kökenli ajanlarla kahramanımızın mücadelesini anlatıyor. İstanbul’un elektrik altyapısını tahrip etmeyi planlayan ve bunu da Türk mafyasına yaptırmaya çalışanların Bulgaristan istihbaratı olduğunu anlıyoruz. Burada “Dur bir dakika! Davman halen 35 yaşındaysa ve 1945-46’dan bahsediyorsak hangi NATO’dan ve hangi balistik füzelerden bahsediyorsun?” diyebilirsiniz. Öyle ya NATO 1949’da kuruldu ve biz NATO’ya Kore’de kanımızı dökerek 1952’de kapağı atabildik. 1945-46 itibariyle ortada olup olabilecek balistik füzeler ise Nazilerin V1 ve V2 roketlerinden arta kalanlardan ibaret olup hepsi Sovyet ve Amerikan hangarlarında testlere tabi tutuluyor olmalıydılar! Ama Davman evreninde bunlar teferruattır vesselam. Bir başka teferruat da romanda bir anda arz-ı endam eden ve bak bu adam işleri karıştıracak duygusu uyandıran Amerikalı Charles Fenner’in belirdiği gibi kaybolması. Yazar bu karakteri romana ne maksatla soktu ve kendisine ne oldu cevabı olyana bir soru. ‘İstanbul Tehlikede’ Altın Kitaplar tarafından 1970’de basılmış. İç sayfalardan Milliyet’te tefrika edildiğini öğreniyoruz.
İşkence yine Davman’ın sık başvurduğu ve kendisine de çok sık uygulanan bir şey. Davman zekâsını değil fiziksel gücünü kullanan bir karakter. Nitekim boyu, posu, bildiği dövüş sporları uzun uzun anlatılıyorsa da SBF mezunu olduğundan iki kez bahsediliyor ki o da İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Atak ile aynı dönem mezunu oldukları için onun ağzından nasıl laf aldığını anlatmak üzere şöyle bir değinme şeklinde.
Kadın karakterlere yönelik daha belirgin bir şablon var. Annesi dışında Davman’ın karşısına çıkan her kadını şöyle kategorize edebiliriz: i-MİT’te çalışan ve MİT Reisi’nin akrabası, evlatlığı olanlar (Ölüm Perdesi’nde Necla; İstanbul Tehlike’de Sevsen Noyan); ii- rakip ülke veya casusluk teşkilatına mensup olan ‘femme fatale’ler (Ölüm Perdesi’nde Maria; Casuslar Savaşı’nda Nadire/ Nadya; İstanbul Tehlikede’de Yolanda Tahsinova) iii- casusların mücadelesinde arada kalıp kim vurduya gidenler (‘Casuslar Savaşı’nda Elvira; ‘İstanbul Tehlikede’de Amber) iv-kerameti kendinden menkul olanlar (Casuslar Savaşı’nda Dorina Stefanascu ve İstanbul Tehlikede’de Terzi Nedret) Davman tüm kategorileri yatay kesecek şekilde hemen hepsiyle cinsel birliktelik yaşıyor. İlk kategoridekiler ona âşık oluyor ve Davman tarafından kurtarılıyorlar, ikincileri ise öldürüyor. Romandaki tüm kadınlar tek boyutlu karakterler. İstisnasız olarak hepsi fettan ve cinsel açlık yaşıyorlar. Hepsi fiziksel açıdan uzun uzun ve okuyucuyu tahrik edeceği düşünülen bir dille tasvir ediliyor. Bu okuyucuyu tahrik gayreti İstanbul Tehlikede’de kötü adamların işkence yapmaya hazırlandıkları istihbaratçı Sevsen Noyan’ı tasvir edildiği satırlarda patolojik bir hal alıyor. Yazar, Davman ile aralarında duygusal bir bağ olduğunu söylediği ve ülkesi için ölmeye hazır Sevsen işkence görmek üzereyken sıyrılan eteğinden, pembe külotundan, jartiyerlerden ve baldırlarından bahsediyor. Casuslar Savaşı’nda Elvira’nın işkence ile öldürülmüş cesedini bulduğunda da göğüslerden ve iç çamaşırlardan bahsetmesi “borderline nekrofil” olarak tanımlanır mı, psikiyatrların takdirine bırakıyorum.
Yazarın, bir kadına, eşi Semra Deniz’e ithaf ettiği Ölüm Perdesi’nde Davman’ı kadınlar hakkında ‘Düşman müşman. Ne yapayım? Bu da alt tarafı kadın değil miydi’ (Sf. 88) ‘Havva kızlarına karşı düşkünlüğüm ta içime çift oluklu Bursa bıçağı gibi işlemişti’ (Sf. 94) diyerek konuşturması; Casuslar Savaşı’nda Davman’ın ‘Oğlum Murat sen bu karı budalalığın yüzünden bir gün pöstekiyi deldireceksin ama bakalım ne zaman…’ diye kendi kendine konuşması Deniz’in misojinist bir yazar olduğu kanaatini bende uyandırdı.
Üç romanda ağırlıklı olarak kapalı mekanlarda geçiyor. Ölüm Perdesi’nde Park Otel, Karpiç Lokantası; İstanbul Tehlikede’de Tarabya Oteli gibi gerçek mekanların yanında Eldorado Bar, HeyHey Kulüp, Yasemin Konfeksiyon gibi hayali olanlar da bulunuyor. Casuslar Savaşı büyük ölçüde Bükreş’te geçiyor. Komünist Bükreş’te yer alan 23 Ağustos Stadyumu, Dinicu Galescu Bulvarı, Lido Oteli gibi yine kurgu olmayan mekânlarla karşılaşıyoruz. Ben buradan Ümit Deniz’in gazeteci olarak Bükreş’i görmüş olabileceği sonucunu çıkardım.
Murat Davmansız ‘Türkçe Edebiyatta Casusiye’den bahsedemeyiz. Ancak olay örgülerindeki ve zamandaki hatalar, belirip kaybolan ve neye hizmet ettiği meçhul karakterler ve hepsinden önemlisi kullanılan hastalıklı dille Davman serisinin ülkemizde zaten pek az örneği olan casusiye türünün kalitesini indirdiği yeri düşününce üzülmeden edemiyorum.
Ölüm Perdesi romanının ilk sayfasındaki yayınevi açıklaması.