Türk Polisiye Edebiyatı’nda İstanbul | Erol Üyepazarcı

11-11-2023 18:38
Türk Polisiye Edebiyatı’nda İstanbul  | Erol Üyepazarcı

TÜRK POLİSİYE EDEBİYATI’NDA İSTANBUL

 

Türk Polisiye Edebiyatı’nda mekân olarak İstanbul’u anlatmanın ilginç olacağını düşündüm. Kanımca yeryüzünün en çekici, en baştan çıkarıcı kentlerinden biri olan İstanbul’un, edebiyatın en çekici ve en baştan çıkarıcı bölümü olan polisiye romanda başrolde olması da aslında şaşırtıcı değildir. Yalnız Türk Polisiye Edebiyatı’nda değil, diğer dillerdeki birçok polisiye romanda da İstanbul mekân olarak bütün çekiciliğiyle yer alır, ama bunu bir başka yazı konusu yaparız.

 

Edebiyatımızdaki ilk telif polisiye roman, Ahmet Mithat Efendi’nin yazdığı Esrar-ı Cinayat’ta olay “Binikiyüz şu kadar  sene-i hicriyesine müsadif olan Temmuz ayının onyedinci salı günü” İstanbul’da yayımlanan gazetelerdeki bir haberle başlar. Karadeniz’den, balık avından dönen balıkçılar, İstanbul Boğazı’nın Karadeniz çıkışındaki Öreke Taşı mahalinde bir genç kızla iki adamın cesedini bulurlar. Romanda dönemin İstanbul’u özellikle de roman  kahramanlarının yaşadığı Beyoğlu bütün ayrıntılarıyla tasvir edilir. Dönemin gazetecilerinin tabiriyle ‘Efendi Babamız’ Ahmet Mithat Efendi daha sonra kaleme aldığı diğer polisiye romanlarında da İstanbul’u mekân olarak kullanacak ve renkli anlatımıyla kentin o dönemini bize nakledecektir.


BELGESEL NİTELİĞİNDE BİLGİLER

 

II. Meşrutiyet’in ilanıyla 1908’den sonra  büyük bir patlama yaşayan yerli polisiye roman yazımında kentimiz yine mekân olarak başroldedir.

 

Bu dönemin en başarılı polisiye dizilerinden Ebüssüreyya Sami’nin  Amanvermez Avni dizisi özellikle ilgiyle incelenmeye değer

 

Eserlerde başarılı polisiye kurguların dışında bugün için dönemin İstanbul’u hakkında belgesel niteliğinde bilgiler de vardır. Yazar, İstanbul’u, özellikle de Beyoğlu’nu çok iyi tanımakta, dönemin emniyet örgütünü çok iyi bilmektedir.

 

Kahramanımız, öykülerde, kendi Doktor Watson’u olan yardımcısı Arif’le birlikte Beyoğlu’nda, Kazancı Yokuşu’ndaki iki katlı, üç odalı bir evde yaşamaktadır. Kara Katil öyküsünde düşmanları bu evi yakınca, Tepebaşı’na taşınır. Sütlü kahveyi ve kendi sardığı parmak kalınlığındaki sigaraları içmeyi sever. Fransızca, Rumca, Ermenice bilir. Evinin bir odası kıyafet değiştirme ve makyaj odası olup, bu odada küçük bir laboratuvarı da vardır. İstanbul’la ilgili verdiği bilgiler II. Abdülhamit dönemi İstanbul’unu tanımamız için çok değerlidir ve yukarıda değindiğimiz gibi belgesel niteliktedir.

 

Hüseyin Nadir’in kaleme aldığı Allain-Souvestre ikilisinin yarattığı Fantoma tipinin Türk versiyonu olan Fakabasmaz Zihni romanlarında da yine İstanbul mekân olarak başroldedir.

 

Zihni’nin İstanbul’un dört ayrı yerinde Florya, Karacaahmet, Erenköy ve Boğaz’ da dört yeraltı sarayı vardır. Bu saraylarda dinamoyla elektrik üretilir. Örneğin Florya’daki binada 950 elektrik lambası yanmaktadır. Her yeraltı sarayında fotoğraf, klişe, parmak izi gibi önemli belgelerin saklandığı odalar; silah ve cephane depoları vardır. Zihni silaha çok meraklı olduğundan Florya’daki binada bir silah müzesi de kurmuştur. Kıyafet değiştirme ve makyaj imkânları her zaman elinin altındadır. Geniş bir mutfağı ve güzel misafir salonları bulunan bu yeraltı meskenlerinde gerektiğinde kullanılmak üzere elektrikli sandalye ve giyotin de bulunur.

 

Bu iki dizi gibi o dönem okuyucularının merakla okudukları Türklerin Arsene Lupin’i Nahit Sırrı, Elegeçmez Kadri, Şeytan Hadiye, Pire Necmi, Kara Hüseyin, Yıldırım Cemal dizilerinde de İstanbul mekân olarak yer almakta ve dizilerin yazarları dönemin İstanbul’unu bizlere tanıtmaktadır.


EN ÇARPICISI CİNGÖZ RECAİ

 

Bu dönemin en çarpıcı figürü ise hiç şüphesiz Peyami Safa’nın Server Bedi adıyla kaleme aldığı Cingöz Recai’dir. Bu bütün zamanların en tanınmış polisiye roman kahramanı, amiyane tabiriyle tam bir İstanbul ‘fırlaması’dır.  Saygın bir ailenin iyi eğitim almış çocuğudur, çok iyi İngilizce bilir, kadınlara düşkün bir çapkındır, zevk için hırsızlık yapar, zenginlerden çaldığını fakirlerle paylaşır, bu bağlamda kötülerin malını alıp fakirlere dağıtan bir ‘iyi haydut’ tiplemesidir. Bütün Cingöz Recai öyküleri İstanbul’un çeşitli semtlerinde geçer ve bu semtler Server Bedi’nin canlı kalemiyle betimlenir. Böylece 1920’li yılların İstanbul’u gözümüzde bütün renkleriyle canlanır. Örneğin bugün plazaların işgal ettiği Mecidiyeköy’ün ismi gibi İstanbul’un varoşunda bir köy olduğunu, Arnavut sütçülerin mandıralarının, ineklerinin dut ağaçları altında dolaştıklarını, buradaki kır kahvelerinde İstanbulluların piknik yaptıklarını okuruz. Diğer taraftan dönemin iki lüks oteli Pera Palas ve Tokatlıyan da pek çok Cingöz Recai romanında ayrıntılarıyla anlatılan iki tarihi İstanbul mekânıdır. Örneğin Cingöz Recai’yi yakalamak için İstanbul’a davet edilen Sherlock Holmes Pera Palas’ta misafir edilir.

 

Cingöz Recai’nin İstanbul’un çeşitli yerlerinde evleri vardır. Rumelihisarı’ndaki bahçeli konağında zengin bir burjuva gibi yaşarken, Eyüp’teki mütevazi evinde hali vakti yerinde bir emekli gibi yaşar ve zenginlerden çaldıklarını Eyüp’ün yardıma muhtaç fakir fukarasıyla paylaşır.



KADIN POLİSİYE KAHRAMANLARI

 

Server Bedi’nin Cingöz Recai dışındaki kahramanlarından Tilki Leman ve Çekirge Zehra ise İstanbul’un cin fikirli kızlarıdır. Yine üçkağıtçı zenginleri soyarlar ve İstanbul’un renkli yaşamındaki yerlerini alırlar.

 

Yine II. Meşrutiyet sonrasında, Ermeni yazar Yervant Odyan’ın fenomen romanı Abdülhamit ve Sherlock Holmes İstanbul’u yalnız mekânlarıyla değil dönemin tanınmış insanları ve dedikodularıyla da anlatan bir yapıttır.

 

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Kesik Baş’ı ise bütün Gürpınar romanları gibi mekân olarak İstanbul’u ve İstanbulluları konu alan, kurgu bakımından ilginç yapısıyla bugün bile ilgiyle okunacak bir eserdir.

 

Bütün çalışmalarıma karşın kim olduğunu saptayamadığım, Alev Can takma adını kullanan yazarın Bir Polis Hafiyesinin Harikulade Maceraları adlı dizisinin kahramanı Raif Cenap’ın öykülerinde ise İstanbul’un Bulgurlu gibi kent dışı sayfiye yerleri mekân olarak kullanılır.

 

M. Akil adını kullanan yazarın kaleme aldığı ilginç bir yapıt olan Karanlık Konakta Ne Var? ise ilginç konusunun yanında Şişli’den Boğaz köylerine kadar birçok mekânı kullanan, korku türünde bir ilk roman olma niteliğini taşır.

 

Erken Cumhuriyet dönemi yazarlarında da İstanbul çeşitli cepheleriyle polisiye edebiyatımızda mekân olarak hep başroldedir. Örneğin Vala Nurettin Va-Nu’nun Türkiye’de ilk polisiye filme konu olan kahramanı Yılmaz Ali, cin gibi bir İstanbul çocuğudur, Galatasaray Lisesi mezunudur ve İstanbul’un dört köşesini evi gibi bilir. Va-Nu, Yılmaz Ali’nin öykülerini anlatırken dönemin İstanbul’unu da tatlı gazeteci diliyle canlandırır. Aynı durum dönemin tanınan gazetecisi Hikmet Feridun Es’in romanı İki Cinayet Gecesi’nde de geçerlidir. Biri Topkapı’da biri Taksim’de işlenen iki cinayeti konu alan yapıt bu iki semti insanlarıyla birlikte canlı olarak resmeder.


İNGİLİZ İŞGALİ ALTINDAKİ İSTANBUL

 

Bugün adı sanı unutulan üretken yazar İskender Fahrettin Sertelli’nin Casus Lawrence İstanbul’da ve 25 Kocalı Kadın adlı eserleri ise 1918-1923 arası İngiliz işgali altındaki İstanbul’u ve İstanbulluları konu alan bir yapıttır. Bu dönemi çok iyi bilen ve yaşamış olan Sertelli’nin anlatımı belgesel nitelikler taşır.

 

Ercüment Ekrem Talu’nun, döneminde çok sevilen ve tutulan kahramanı Meşhedi’nin arkadaşı sevimli İstanbul kabadayısı Torik Necmi’yle açtığı dedektiflik bürosu öyküleri ise bir polis romanı parodisi olmasının yanında dönemin Erenköy gibi sayfiye yerlerini mekân alması ve anlatmasıyla da dikkati çeker.

 

Yine 1930’lu yıllarda yayımlanan, ünlü yazarımız Halide Edip Adıvar’ın Yolpalas Cinayeti eski İstanbul beyefendi ve hanımefendilerinin dehşetle izledikleri görgüsüz yeni zenginleri konu alan çizgisiyle büyük şehrin insanlarının değer yargılarındaki değişimi inceleyen bir roman olarak dikkati çeker.

 

Doğma büyüme bir İstanbul çocuğu olan ve İstanbul yaşamını gayet iyi bilen gazeteci Ziya Şakir’in Abdülhamit dönemi polislerinden ünlü Gavur Mehmet’i kahraman olarak aldığı romanları ise bu dönem için gerçekten belgesel önemde yapıtlardır. Dönemi yakından yaşayan ve bilen Ziya Şakir’in akıcı kalemiyle o günlerin İstanbul’u, insanları, olayları ve değer yargılarıyla anlatılır. Özellikle bu polisiye eserlerde Beyoğlu ve çevresinde çoğunlukta olan azınlık mensuplarıyla Levanten denilen İngiliz, Fransız ve İtalyan uyruklu, ticaretle meşgul zümreyle yerli İstanbul halkının uyuşmazlıkları çok çarpıcı anlatılmıştır. Bunlar, kurgularının yanında o dönemi tam anlamak için kaynak eser olarak da göz önüne alınması gereken yapıtlardır.

 

İstanbul Türkçesi’ni en iyi kullanan yazarlarımızdan Refik Halit Karay’ın incelikli polisiye romanı Ayın On Dördü ise İstanbul’un sayfiyelerinden birinde geçen ilginç bir olayı anlatır.

 

Yazdığı tiyatro oyunlarıyla tanınan Cevat Fehmi Başkut’un kaleme aldığı, çoğu tefrika olarak gazetelerde kalan polisiye romanları ise yayıncıların ilgisini beklemektedir. Bu romanların başkahramanı bir İstanbul beyefendisi olan Rıdvan Sadulllah Bey’dir. İstanbul’un çeşitli semtlerinde geçen ve polisin çözemediği olayları araştıran amatör dedektifimizin Doktor Watson’u da yazarın kendisidir.


KEMAL TAHİR POLİSİYELERİ

 

Usta yazarımız Kemal Tahir’in Bedri Eser takma adıyla yazdığı Bin Nedim Divanı’nın Esrarı hem ilginç konusu – bu polisiye romanda cinayet yoktur ama suç ve muamma vardır- hem de Osmanlı döneminden gelen eski bir İstanbul efendisinin dedektifliğiyle ilgiyi hak eder. Kemal Tahir’in daha sonra 1950’lı yıllarda egemen olan ‘Mike Hammer’ furyasında kaleme aldığı dört Mike Hammer öyküsü ise olaylar New York’ta geçmesine karşın kahramanının tam bir İstanbul kabadayısı gibi davranıp konuşmasıyla ilgiyi çeker. Örneğin Mike Hammer New York şehrinde bunalınca “Ulan temeline tükürdüğümün New York şehri” diye söylenecek, durum zorlaşınca: “Şarabı fıçıdan çektik oğlum, sonuna kadar içeceğiz,” diyecektir. Bu sözler 180 tane sahte Mike Hammer romanı yazan Afif Yesari’nin deyişiyle “Aslında üşütük ve ipe sapa gelmez bir hergele” olan Mike Hammer’ın ağzına yakışır mı bilmeyiz ama; Kemal Tahir’in daha insancıl, daha sevimli ve daha bıçkın tipik İstanbul kabadayısı Mike Hammer’ına pekâlâ yakışır.

 

1950 sonrası polisiye edebiyatımızın en renkli karakterlerinden, gazeteci Murat Davman’ın yaratıcısı Ümit Deniz, Moda’da doğup büyümüş, halisinden bir İstanbul çocuğudur. İyi ve röportajlarıyla ünlenmiş bir gazetecidir. Kendisi gibi gazeteci olan kahramanının maceralarını okurken bütün renkleriyle İstanbul’u özellikle o dönemde bütün İstanbul basın âleminin bir arada bulunduğu Babıali Caddesi ve civarını tanıma olanağı buluruz. Zengin ailesinin Halaskargazi Caddesi’ndeki köşkünde yaşayan Murat Davman, bir yandan aşk yaşadığı meşum kadınlarla bir yandan da İstanbul’un farklı köşelerinde başına gelen olaylarla uğraşacaktır

 

Zühal Kuyaş’ın 1960’lı yıllarda yayımladığı nitelikli polisiye romanı Sonuncu Oda Boğaz’da muhteşem bir yalıda geçer. Emre Kongar’ın çok beğendiğim tarihi polisiye romanı Hocaefendi’nin Sandukası ise Fatih Sultan Mehmet döneminin İstanbul’unda yaşanan ilginç gelişmelerle okuyucuyu kendine bağlar.

 

1990’dan sonra büyük bir ivme kazanan Türk Polisiye Edebiyatı’nın iki başat ismi Ahmet Ümit ve Celil Oker’in eserlerinde İstanbul mekân olarak önemli bir rol üstlenir hatta bazen romanın kahramanlarından biri olur.


 AHMET ÜMİT’İN İSTANBUL’U

 

Örneğin Ahmet Ümit’in Beyoğlu Rapsodisi’nde yazarın çok iyi tanıdığı ve içinde yaşadığı için çok iyi bildiği Beyoğlu, romanın üç kahramanının yanında dördüncü kahraman olarak yerini alır.

 

İstanbul Hatırası’nda ise Ahmet Ümit başarılı bir polisiye kurgu içinde kadim şehir İstanbul’a bir ağıt yakmaktadır. Tarihi dokusuna, eşsiz yapısına durmadan ihanet ettiğimiz kent sanki dile gelmiş isyanını haykırmaktadır.

 

Sultan’ı Öldürmek’te de başrol İstanbul’undur. Olay tanınmış tarihçiler arasında gelişir, ancak eserin onlar kadar etkileyici kahramanları ise neredeyse altı yüzyıl önce yaşamış kişilerdir: Başta Fatih Sultan Mehmet, babası II. Murat, oğlu II. Bayezit, babadan intikal eden sonradan öldürttüğü sadrazamı Çandarlı Halil ve diğer vezirler… Bunlar da günümüzde yaşayanlar kadar etkileyici bir şekilde karşımıza çıkarlar. Önce “Fatih Sultan Mehmet babasını zehirledi mi?” diye düşünürken biraz sonra Fatih’in oğlu Bayezit tarafından zehirlenerek öldürülmüş olduğu şüphesiyle sarsılırız. Roman İstanbul’un tarihiyle polisiye kurgunun başarılı bir sentezidir.

 

Yazarın İstanbul’la ilişkili diğer yapıtı Beyoğlu’nun En Güzel Abisi’nde olay 31 Aralık 1913’te başlayıp 3 Ocak 2014’te bitmektedir. Gelişmeler  İstanbul’un pis ve acımasız Tarlabaşı sokaklarında meydana gelmektedir. Bir yüzyıl öncenin ortahalli Gayrimüslim İstanbullularının oturduğu, ama hepimizin bildiği olaylardan sonra kapanın elinde kalan, şimdi de ‘yeniden yapılanma’ konusuyla yeni bir rant kapısı umudu yaratan Tarlabaşı öykünün baş kahramanlarından biridir.

 

Görüldüğü gibi usta yazarımız başarılı polisiye kurgu içinde İstanbul’u tarihiyle, sorunlarıyla anlatmayı da bilmektedir.


CELİL OKER’İN DEDEKTİFİ

 

Ahmet Ümit’le beraber Türk Polisiye Edebiyatı’na ivme kazandıran ustalardan, 2019’da kaybettiğimiz rahmetli Celil Oker’e gelince: “Türk Hava Kuvvetleri’nden müstafi, Türk Hava Yolları’ndan kovulma,  kendisine saygısı olan hiçbir (frequentfly)’ın adını bile duymadığı sekizinci sınıf charter şirketlerinde bile tutunamayan biri,” olan ilginç dedektifi Remzi Ünal’la İstanbul’un sokaklarını arşınlar; özellikle oturduğu Etiler ve Ulus semtlerinin bütün sokaklarını onun romanlarında teker teker görüp izleriz. Son romanı Ateş Etme İstanbul’da olduğu gibi gizemli kentimiz onun eserlerinde hep başroldedir.


 YENİ KUŞAK POLİSİYECİLER

 

Bu iki ustayı izleyen yeni kuşağın yazarları da İstanbul’a romanlarında başat rol vermeye devam ederler. Örneğin Çağatay Yaşmut’un kahramanı Başkomiser Galip, Kadıköy’de yaşayan ve bu semti çok seven bir İstanbul çocuğudur.

 

Ercan Akbay’ın cinayete kurban giden kahramanları genellikle Nişantaşı ve civarında otururlar.

 

Nihal Taştekin’in ürkek, duygusal, kültürlü, polisiye roman okumaya meraklı, Bukowski’nin dedektifi Nicky Belane’e hayran avukatı Cem Beyoğlu, bir ütopyasının peşinde giderek Taksim Sıraselviler’ de döküntü binalardan birinde özel dedektiflik bürosu açar.

 

Esma Aykol’un kahramanı amatör detektif Kati Hirşelise, Kuledibi’nde polisiye kitaplar satan bir dükkânın sahibi. 45 yaşında ama 35’den fazla göstermiyor. Parasının büyük kısmını güzelliğini korumaya harcayan, eski bir Peugeot arabası, Cihangir’de kiraladığı bir evi ve İstanbul’ un muhtelif yerlerine dağılmış dostları olan biri.      

 

Alper Canıgüz’ün beş yaşındaki fırlatma dedektifi Alper Kamu ise Kadıköy’ün eski Paris Mahallesi diye ünlenen mimli mahallesinin sokaklarında yaşayan bir dahi velettir.

 

Armağan Tunaboylu’nun pezevenk dedektifi Metin Çakır ise mesleğini icra ederken başına gelen talihsiz tesadüflerin kötü sonuçlarından kurtulmak için dedektifliğe soyunan biridir. Metin Çakır, İstanbul’un bir başka yönünü bütün çıplaklığıyla bize gösterir.

*****
 

Bu kısa ve hızla fikir turumuzda gördüğümüz gibi Türk Polisiye Edebiyatı’nda gizemli, sevimli, korkunç, çekici, bazen zalim bazen müşfik, kimi zaman periler kadar masum, kimi zaman da alabildiğine kirli kentimiz bütün albenisiyle başat bir rol oynamaktadır.

Derleyen
Erol Üyepazarcı


Blog Etiketleri :
IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.