Ziyan I Ahmet Küçükkerniç
14-12-2023
16:36
“Bana ne kadar ceza verirler biliyor musunuz?”
Yol boyunca arka koltukta oturan ve adliyenin önüne gelene kadar sessizliğinden dolayı, orada olduğunu bile unuttuğumuz genç kadın, adliye bahçesine girerken sessizliğini bozmuştu.
Emniyet Müdürlüğünden çıkıp, buraya gelene kadar Cumali’yle havadan sudan şeyler konuşmuştuk. Zaten adliyeye getirdiğimiz bu genç kadınla konuşmamız gereken ne varsa konuşmuş, sormamız gereken ne varsa sormuş ve öğrenmemiz gereken ne varsa tastamam öğrenmiştik. Yine de Cumali, “Valla orasını Hâkim bilir Filiz,” diye cevap verdi. Filiz bu kez de “Asmazlar değil mi?” diye sordu. Cumali dikiz aynasından arka koltuktaki Filiz’e bakıp gülümseyerek, “Yok be kızım… İdam mı kaldı Allah’ını seversen. Asmazlar merak etme,” dedi. Belki bu cevabın Filiz’i rahatlatacağını falan düşünmüştü, ama Filiz’in içinde büyüyen korku aldığı nefese yansıyordu. Sessizce, “Kaç sene ceza verirler ki?” diye sordu. “Bilmiyoruz işte Filiz,” diye cevap veren Cumali, adliyenin bahçesindeki kalabalığa dikkat çekerek, “Bunlar toplanmış abi,” dedi. Kalabalıktaki bir kadın öne atıldı ve doğrudan arabanın arka koltuğunda korkudan büzüşmüş halde duran Filiz’e bakarak, “Benim canımı yaktın orospu!” diye bağırdı. “Ahirette iki elim yakanda olacak senin kahpe analı!”
Filiz korkudan arka koltukta giderek küçülmüştü sanki. “Amirim bunlar bana bir şey yaparlar mı?” diye kekeledi. “Yok kızım,” dedim sakince. “Sakin ol. Burası adliye. Kimse senin kılına dokunamaz,” diye cevap verdim. Bu cevap Filiz’i rahatlatmış mıydı, rahatlatmamış mıydı bilmiyordum. Zaten biz kalabalığın arasından geçerken adliye binasında görevli olan polis memurları çoktan kalabalık gruba müdahale etmişti.
Cumali, adliyenin bodrum katındaki otoparkta uygun bir yer bulup arabayı park etikten sonra inip Filiz’in bulunduğu taraftaki kapıyı açtı. O sırada ekibin geri kalanı da diğer arabayla gelip, bizim arabanın yanındaki boşluğa durdu. Olcay hemen araçtan inip Filiz’in koluna girdi. Filiz’in diğer kolunda da Cumali vardı. Tahir’le ikimiz ellerimizde dosyalar ve delil torbalarıyla önden yürüyorduk. Tahir, dışarıdaki kalabalığı kast ederek, “Maktulün ailesiydi değil mi?” diye sordu. “Herhalde,” diye cevap verdim. Birden adliyenin bodrumunda genç bir erkeğin sesi yankılandı. “Abla!”
Filiz sesin sahibini tanıyordu ama daha kötüsü elinde tuttuğu silah bu tanışıklığın durumu daha da zorlaştıracağının kanıtıydı. Filiz sadece, “Ferhat!” diyebildi. Daha biz, ne olduğunu bile anlayamadan gencin elindeki silah iki kez patladı. Olcay ve Filiz yerdeydi. Tahir ve Cumali silahlarını çekmiş gence, “At lan silahını! Bırak lan! Bırak!” diye bağırıyorlardı. Bu panik ortamında belki de en sakin olanı da o gençti. Ben Olcay ve Filiz’in yanına çöktüğümde o sakince silahını yere koymuş, diz çökmüş ve ellerini başının arkasında bağlamıştı. Bir yandan da “Teslim oluyorum! Teslim oluyorum!” diye bağırıyordu. Böyle bağırmasına rağmen Cumali ayağındaki botun tabanını gencin suratına yapıştırmıştı. “Amına koyduğumun çocuğu!” diye bağırıyordu. Cumali’nin zembereği boşalmıştı, ama benim derdim az ötem de gelişen yakalama değildi.
Merminin biri Olcay’ın kolunu sıyırdıktan sonra Filiz’e isabet etmişti. Aslında iki mermi de kızcağızın vücudundaydı. Olcay’a, “İyi misin?” diye sorduğumda, başını salladı. “Yok bir şeyim Başkomiserim,” dedi. “İyiyim ben. Sıyırdı namussuz!” Filiz ise kesik kesik nefes alıyordu. Yeşil gözlerinden yaşlar süzülürken, “Ölüyom ben abi,” diyebildi. Birkaç kez daha kesik kesik nefes aldıktan sonra yeşil gözleri öylece tavanda asılı kaldı.
Kurşunun biri Filiz’in şah damarına, diğeri ise büyük ihtimalle kalbine ya da kalbinin oldukça yakın bir noktasına saplanmıştı. Bu sırada Cumali ve Tahir’in kelepçelediği katil genç ise bağırıyordu. “Namusumuzu temizledim! Namusumuzu temizledim!” Tahir’in, “Bağırma lan!” diyerek midesine attığı yumruk şimdilik onu susturmuştu.
Bodrum katı on dakika içinde polislerle ve insanlarla dolmuştu. Cumali, Olcay’ı alıp hastaneye götürürken, Tahir benimle kaldı. Bir ara onca insanın arasından, “Allah büyük!” diyen bir kadının sesi çınladı. “Allahımın hazinesi büyük elhamdülillah! Oğlumun mezarı soğumadan aldı pis canını o orospunun!” “Kes lan!” diye bağırdım birden. “Çıkarın lan şu kadını! Etrafındakileri! Kim varsa çıkarın lan!” “Sakin ol abi,” diyen Tahir sigara uzatıyordu. “Sen bari dağılma kurban olayım. Bırak bağırsın çağırsın. Bunlar olur şeyle be güzel abim,” dedikten sonra sigaramı yaktı.
Kapısında adalet yazan bir binada, kendi adaletini uygulayan bir katilin az kalsın ekibimden birinin daha canını alabileceği fikri, sinirlerimi allak bullak etmişti. Boktan bir halden, daha boktan bir hale doğru yürüyen dünyanın geldiği en boktan nokta da buydu. Filiz evlendiğinde on yedi, katil olduğunda ve öldüğünde ise on dokuz yaşındaydı. Vanlı bir ailedendi. İki yıl önce okuduğu liseden alınıp, İstanbul’da, Sultanbeyli’de yaşayan kendi aşiretinden bir delikanlı ile fikri sorulmadan evlendirilmişti. Yani Filiz binlercesinden biriydi. Bugünse alışamadığımız ama ısrarla alıştırılmak istediğimiz kadın şiddeti zincirinin bir halkası olmuştu.
“Ben aptal biri değildim Amirim,” demişti sorgusunda. “Ne güzel okuyup gidiyordum. Hemşire olacaktım. Yani aptal biri değilim dediysem, çok da akıllı değildim Amirim. Doktor olamayacağımı biliyordum, ama hemşire olabilecektim. Anamgil hep anlatır; bizim oralarda eskiden sağlık ocağı, doktor, hemşire, ebe falan fokmuş. Çok kadın bebeğini kaybetmiş, çok kadın çocuklarını ortada bırakıp hayatını kaybetmiş. İstanbul’da doğdum, büyüdüm, okudum ama ben bu şehri hiç sevmedim biliyor musun Amirim? Bayramlarda falan giderdik hep. Van’da çalışacaktım… Olmadı Amirim. Bırakmadılar ki bir hayat kurayım… Senin hayatın bu dediler. Okulumdan aldılar. Üzerime bir gelinlik giydirdiler, işte bu da kocandır dediler, sonra da düğünümde halay çektiler, yediler, içtiler. Herkes bir sürü altın taktı, para taktı. Ne bir gramını gördüm, ne de bir kuruşunu. Düğünümde bana takılanlardan ayağıma bir tek çorap bile alamadım biliyor musun Amirim? Adil çok kumar oynardı Amirim. Zaten düğünde takılan eden ne varsa hepsini bir aya kalmadan tüketti. Daha on yedi yaşındayım. Çalışma nedir bilmem. Bana ‘Çalışacaksın!” dedi. Elimden ne gelir ki Amirim? Kim bana ne iş verir? Hem sen erkeksin değil mi? Gücün, kuvvetin yerinde… Yok, Adil Beyimiz çalışmaz. Öğleye kadar yatacak, kahvaltısını edecek, giyinecek, süslenecek, sonra… Sonra gecenin bir yarısı gelirdi Amirim. Öyle bir gelirdi ki, şeytan olsa saklanacak delik arardı. Benim etim ne budum ne? Benimle evlenene kadar hiç kaybetmezmiş, kumar masalarında kaybettiklerinin sebebi benim uğursuzluğummuş ve ben de o paraları ona borçluymuşum. Öyle şey olur mu Amirim? Bir keresinde madem ben uğursuzsam, beni anamın evine göndermesini söyledim. Bana vurmaya başladı. Bayılmışım. Bilmiyorum ben bayıldıktan sonra da vurmaya devam etti mi etmedi mi… Bir kadın kocasında iki güzel söz beklemez mi Amirim? Ben işte iki yıl bir tek kelime duymadım Adil’den. Adı Adil’di ama… Birkaç kez annemin evine sığındım, ama bizimkiler saat geçmeden beni geri götürdüler. Babam, abilerim falan Adil’le konuştular ve gittiler. Sonra… Her seferinde bu Amirim. Sonrasının nesini anlatayım? İşte neyse Amirim, o gece, yani onu öldürdüğüm gece eve bir adamla geldi. Ağzı bozuk bir herifti gelen. Sürekli, küfür ediyordu. Adil de ona küfürler ediyordu ama sonra birbirlerine gülüyorlardı. İkisi de sarhoştu. Ben korkumdan yatak odasından çıkamadım. Ama ne çare? Adil içeri girdi. Bana, yanında getirdiği adamdan para aldığını, benim de o adamla… Affedersin işte Amirim… Direnebildiğim kadar direndim, ama ne kadar direnebildiysem artık. Her gece o herifin leş gibi içki kokan ağzının kokusunu duyuyorum. Ben günlerdir doğru dürüst bir şey yiyemiyorum Amirim… Adam işini bitirip gittikten sonra beni banyoya yolladı. Yıkanıp, onun da gönlünü yapmamı istiyordu. Çarem var mıydı Amirim? Bir ara elinde telefonla banyoya girdi. Benim o halimi videoya çekiyordu. Elime şampuan şişesi geldi o ara. Buna fırlattım, telefonu düştü. Bu bağırıp çağırmaya başladı. Beni o halimde banyonun için dövmeye başladı. Köşeye sindiğimi biliyorum. Yumruk, tekme, tokat artık aklına ne gelirse işte Amirim… Sonra gitti bu. Ağzımdan, burnumdan akan kanlar banyonun deliğine doğru gidiyordu. Annemgile gidemiyordum. Burada kalamıyordum. Kaçsam nereye kaçacağım. Polise gittim, faydası olmadı. Ne yapacaktım Amirim? Sen benim yerimde olsan ne yapardın? Sen her akşam ölüp, sabaha dirilmek, sonra yine akşam ölümünü beklemek nedir bilir misin Amirim? Bilmezsin. Bilemezsin Amirim… Ne kadar o vaziyette kaldım bilmiyorum. Her tarafım acıyordu. Çok ağladım Amirim ben. Hem de öyle çok ağladım ki… Üzerime bir havlu sarıp yatak odasına gittim. Bu sızmış yatıyordu. İnsan hayatında kaç kez ölür ki Amirim? Mutfak dolabının çekmecesinde boru anahtarı vardı. Sessizce gidip onu aldım. O ara düşünüyordum. Bir seferde işini bitiremezsem, o benim işimi bitirirdi. O yüzden uyanmasın diye odanın ışığını bile yakmadım. Pencereden gelen sokak lambasının ışığı bana yeterdi… Boru anahtarının sivri tarafını, olanca gücümle Adil’in tam iki kaşının ortasına indirdim. Nefes bile alamadı sanki. Sonra bir kez daha vurdum. Hareketsiz yatıyordu. Yüzü de parçalanmıştı… Ölmüştü… Acı çekti mi bilmiyorum ama inşallah birden ölmüştür… Sonra üzerimi giyindim. Doğruca polisi aradım. Oturma odasında sizin gelmenizi bekledim. Allah sizden razı olsun Amirim. Bir katil olsam da bana insan gibi davrandınız. Ben ilk başta itip kakacaksınız diye korkmuştum… Yaşadıklarım, anlattıklarım, kolayca teslim olmam cezamı etkiler değil mi Amirim?”
Filiz’in ifadesinde dediklerinin tamamı doğruydu. O gece kocasının refakatiyle kıza tecavüz eden herifi de bulduk. Bir sürü insanla da konuştuk. Komşuları, ailesi, mahalleden tanıyan esnaflar, Filiz’in okuldan arkadaşları. Hepsiyle konuştuk. Tek tek... Kızcağızın söylediği her kelime doğruydu. Yaşanan bu kargaşanın bir diğer sonucu olan Olcay’ı aradım. Olcay’ın telefonu Cumali’de olacak ki, telefonu Cumali açtı. “Cumali, Olcay’ın durumu nedir?” diye sordum. “Abi çok şükür sıkıntı yok. Mermi kolunu sıyırmış. Altı dikiş attılar. Şimdi müşahedede serum veriyorlar. Uyuyor…” diye cevap veren Cumali’nin sesindeki rahatlık, beni de rahatlatmıştı. Tabi her ne olursa olsun gencecik bir insanın, kendiyle alakası olmayan bir kurşunla yaşayabileceği en kötü senaryonun düşüncesi, üzerimdeki siniri çok da yumuşatmamıştı. Bu yüzden Ferhat’ın ilk ifadesi için Tahir’i yolladım. Gerçi her şey ortadaydı.
Namus, töre, kan falan filan.
Yaşadığımız bu devirde hâlâ bunlar için insanların evlatlarını öldürmeleri kimsenin garibine gitmiyor ki. Öyle ya nasıl gitsin? Akşamları her televizyon kanalında ayrı ayrı ağalık dizileri izleyen insanlar mı bu işe çözüm bulacaktı? Olan ne varsa Filiz’e olmuştu. Belki bir ara yeşermişti ama boy verememişti garip. Ne Filizler’i tüketiyordu bu hayat. Onlar yeşerip boy vermek istiyordu, ama…
Aması bu kadardı işte…