Ben Size Yazarım - Selin Bak
DARK İSTANBUL
Ahh İstanbul... İstanbul’u sevmeyen yoktur. Napolyon’ un söylediği rivayet edilen söz de sanki bunu doğrular gibi; “Eğer dünya tek bir devlet olsaydı, İstanbul başkenti olurdu.” İstanbul olur da macera, gizem, cinayetler olmaz mı? İşte ‘Dark’ kısmı burada devreye giriyor. Hatta sadece İstanbul sokaklarında işlenen cinayetleri aydınlatan bir şube bile kuruldu. ‘Dark İstanbul Polisiye Yazarları Amirliği’ her soruşturmalarında sizi de sürece dahil ediyorlar. Ben baya bir soruşturmaya dahil oldum. Yerleşin bir hele, anlatıyorum.
DARK POLİSİYE 1. KİTAP
İlk katıldığım görev öldürülen minik Murat’ ın soruşturmasıydı. Vicdansız, boğazını sıkarak öldürmüştü o minik bedeni. Yakalamak için elimizden geleni yaptık. Dolapdere’ den gelen bir ihbar bizi tuhaf sokak isimlerinin olduğu bir mahalleye götürdü. Yanımda öyle usta isimler vardı ki bir an olsun korkmadım. Bu tuhaf isimli sokaklarda işlenen cinayeti aydınlattık. Bu esnada bir diğer ekip de Kadıköy ve Göztepe arasında kendine kurbanlar arayan bir manyağı enselemeye çalışıyordu. Eh yoruluyor da insan, bir kahve molası verelim dedik. Yanıma oldukça karizmatik bir adam geldi. Ama nedense bu adamı gözüm hiç tutmadı. Hızlıca kahvemi içip bir başka ekiple arka sokaklara daldım. Nefes nefese geçen bir koşuşturma yaşadım. Bu esnada elbette gelmeyen adaleti kendi yöntemleriyle tecelli ettirmeye çalışanlar da olmadı değil ama amirliğin gözünden hiçbir şey kaçmıyor. Eski bir evin önünden geçerken yaşlı bir kadın gördük pencerede. Kadına baktığımızı gören bir başka kadın, hemen uzaklaşmamızı, bu kadının deli olduğunu söyledi. Ne yalan söyleyeyim, ben de kadından çok tırstım. Ekipten birinin doğum günü varmış, eh hadi katılalım madem dedik. Aman ne partiydi anlatamam size. Hiç mi bir şey yolunda gitmez kardeşim. Adeta talihsizlikler silsilesi yaşadık. Ama itiraf ediyorum, feci eğlendim. Partiden erken ayrılmak zorunda kalınca ekipten biri berbere uğramak istedi. ‘Olsun, beklerim’ dedim, berberi bulana kadar canımız çıktı. O da tutturdu ‘illa o berbere gideceğim’ diye, berberi bulduk ama belayı da bulmuştuk. Hemen onu orada bırakıp kaçtım. Ekipteki güzel bir kadın beni İstanbul’ un daha önce hiç görmediğim dehlizlerine götürdü. Orada bir kadın bana şeker ikram etti. Pembe yumuşak şeker seviyorsanız hemen konumunu verebilirim. Ağzınız tatlanır iyi gelir. Artık Covid belasından kurtulduk felan diye konuşurken ekip amirlerinden biri beni Küçük İstanbul’ la tanıştırdı. Her zaman böyle kötü ihtimallerle karşılaşabileceğimizi ve her şeye hazırlıklı olmamız gerektiğini gösterdi. Kitap okumayı çok sevdiğimi bilen amirlik yazarları, yakında bir üniversite hocasının bir kitabının çıkacağını, benim ilgimi çekebileceğini söylediler. Hocanın adını not aldım, tükenmeden almalıyım. Ekip sadece cinayet peşinde koşuyor sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Sokak hayvanlarına karşı da çok duyarlı olan bu ekiple beraber sokak hayvanları için bolca mama hazırladık ama severler mi bu mamaları? Bakın işte bundan çok emin değilim. Mamalar hazır olduğunda dağıtmak üzere sokaklara dağıldık. Yolum beni ilk defa göreceğim bir ‘İğdiş Merkezi’ ne götürdü. Şimdi diyorsunuz ki; ‘Ne işi var İğdiş Merkezi’ nin İstanbul’da!’ değil mi? Bilmediğiniz çok şey var. Hepsini burada anlatmam hem zor hem de tüm sırları ifşa etmek istemiyorum. Siz iyisi mi Dark İstanbul Polisiye Yazarları Amirliği’ ni takip edin.
DARK POLİSİYE 2. KİTAP
Ekip benden oldukça memnun kalmıştı. Bunu, beni tekrar göreve çağırmalarından anlamam hiç de zor olmadı. “Bu şehrin ip uçlarını takip eden biziz” diyen ekiple birbirinden zorlu görevler beni bekliyordu.
Amirlerden birinin arabasına atladık. Radyoda Nilüfer şarkıları dinleyerek bilgisayar oyunu şampiyonu olan kayıp bir kızı aradık. Olayı çözünce kendimizi ödüllendirmek için Moda’ da rakıları devirdik. Yanımıza gelen ekip amirlerinden biri bize mübadele yılları hatıralarını anlattı. İç burkan bu hikâyeyi dinledikten sonra ekipten biri bizi bir gecekondu mahallesine çağırdı. Aslında ölmesi çok yerinde olmuş bir adamın katilini aramak zorunda kaldık. İşte polis olunca maalesef dürtülerine göre hareket edememek bazen can sıkıcı olabiliyor. Karnımız acıktı tabii bu kadar koşturmaca arasında. Ekipten biri Yeldeğirmeni’ ne gidelim dedi. Ben de çok severim. Yemek yerken sarman, meraklı bir kedi yanıma geldi. Mır mır bir şeyler anlatmaya çalışıyor, çekiştiriyor beni. Dedik var bu kedinin görmemizi istediği bir şey. Takıldık kedinin peşine. Gerçekten bilmemizi istediği şeyler varmış. Gün hızla geçiyordu ama olayların ardı arkası kesilmiyordu. Bir diğer ihbar Kandilli’ deydi. Olay mahalline vardığımızda akşam yemeğinde yaş bakla olduğunu görünce neden burada birinin öldüğünü anladım; yaş bakla sevmem, başkaları da sevmiyormuş belli ki. Olay yerinden ayrılırken bir sis bastırdı akıllara zarar, önümüzü göremiyoruz. Ama gazeteciler için bu bir engel değil. Acar bir polis muhabiriyle tanıştım ama maalesef arkadaşlığımız çok uzun sürmedi. ‘Bu siste sahil çok güzel görünür, haydi Kalamış’ a gidelim’ dediler. Tamam, yoruyorlar insanı görev peşinde koştururken ama iyi de gezdiriyorlar, haklarını yemeyeyim. Kalamış Marina’ ya gittik, gitmez olaydık. Bizi ekipçe orada görenler yanımıza koşarak geldi ve kesik bir el bulduklarını söylediler. Bu sefer biz olayın üzerine düşmüştük. Elbette bu olay da bizden kaçmadı. Ekip amirlerinden biri hapisten yeni çıkan ve kendini akıllı sanan bir hükümlünün peşine düşeceğini söyledi. Yardım teklifini elbette geri çevirmedim ama mezarlığa gideceğimizi bilseydim tekrar düşünürdüm. Mezarlık dönüşü bir fırının önünden geçerken yeni çıkmış simit kokusu beni benden aldı. Hemen kendimize simit aldık ve simitlerimizi yerken bir avuç kötü insanın iyiliği yenip yenemeyeceğine dair sohbet ettik. Amirlik arı gibi çalışıyordu. Bir ihbarın peşine, bir sanat galerisine gittik. Bir başka ekiple karşılaştık. Meğer bu dedektif çift yeni evliymiş. Bu kadar cilveleşmenin arasında olayı nasıl da çözdüklerini hiç anlamadım ama ben onları öldürmemek için oradan hızla uzaklaştım. Tam gün bitti oh diyecekken çok erken konuştuğumu anladım. ‘Hep roman okuyorsun biraz da şiir oku’ diyen ekip üyelerinden biri beni bir şairle tanıştırdı ama adam benimle tanıştığına memnun oldu mu bilemem çünkü oldukça ölüydü. Ekiptekiler de pek normal değil belli ki... Amirlerden biri beni Deniz adında bir kadınla tanıştırdı, yoksa bey mi demeliyim? Kendisinde bir tuhaflık var ve açıkçası bu beni ürküttü. Büroya dönünce havada tuhaf bir koku aldım. İçeriye koşarak gelen ekip üyelerinden biri bunun cıva buharı olduğunu söyledi. Bizi oradan çıkarırken çok tehlikeli olduğunu anlattığı bir örnekle aklıma kazıdı. Binanın önünde büronun havalanmasını beklerken ekip amirlerinden biri bize anlattığı anısıyla tarikatlar ve vakıflardan neden nefret ettiğimi bana tekrar hatırlattı.
DARK POLİSİYE 3. KİTAP
Her şey bitti zannettiniz değil mi? İstanbul’ da ne suç biter, ne cinayet. Bunun sonu gelecek gibi değildi. Ekibe yeni ekip üyeleri de katıldı. Çünkü artan suçlarla mücadele etmek için daha kalabalık olmak gerekliydi. Önceki iki macerada oldukça iyi iş çıkartınca beni de yardıma çağırdılar. Elbette bu fırsat kaçmazdı. Hem hayranı olduğum ekip üyeleriyle beraber olmak hem de okumayı çok sevdiğim soruşturmaların içinde olmak beni çok heyecanlandırıyordu. Ama bu sefer beni çağırma sebepleri farklıydı. Yaşadıklarının yazıya dökülmesini istiyorlardı. Ben de bunu yapacaktım.
Sabah olduğunda heyecanla amirliğe gittim. Girişteki masada oturan kadın bana ‘Hemşiresin, bilirsin. Parmak nasıl kesilir?’ diye sordu. İşkillendim ama cevap verip hızlıca bir diğer ekip üyesinin yanına gittim. Yanında bir savcı vardı. Savcının adaleti sağlama çabasını dinledim. Ekip amirlerinden biri yanıma geldi. Onun yanında da buruşuk pardösülü bir adam vardı. Bu adam bana peynir ekmek ikram etti. Tam peyniri nereden aldığını soracaktım ki bir medyumla buluşması gerektiğini söyleyerek çıkıp gitti. Önümde birden bana ait olmayan bir gölge fark ettim. İlkin biraz korktum ne yalan söyleyeyim. Bu gölgenin de sakladığı bazı sırlar vardı. Ama bana hepsini anlattı. Amirlerden biri yanlışlıkla gölgeye basınca gölge kayboldu. Tam kızacaktım bastığın yere dikkat et diye ama elindeki gazeteye dalmış olduğunu görünce bilerek yapmadığını anladım. Bir basketbol haberinin neyini bu kadar dikkatle okuyor başta anlamamıştım ama anlattı. Yanımdan ayrılırken ‘kimseye güven olmaz’ dedi ve uzaklaştı. Onun ardından bakarken kapıdan giren ekip üyelerinden biri dikkatimi çekti. Üstü başı kir toz içindeydi. Meğer tarihi bir konaktaki sırları aydınlatırken zemin çökmüş. Neyse ki ona bir şey olmamış. Anlattıklarını ağzım açık dinledim. O üzerini temizlemeye giderken bir başka ekip üyesi elinde bazı el yazmalarıyla geldi yanıma. Bir dergaha uğradığını ve orayı biraz karıştırdığından bahsetti. Tam detaya girecekti bir başkası girdi araya ve bana elma uzattı. Elmayı aldım ama yıkamadan yemek istemedim çünkü tuhaf bir kokusu vardı. Daha önce de sizi uyarmıştım, hep tetikte olmanız gerekli. Başınıza nerede ne geleceğini asla bilemezsiniz. İleride bir masada oturan biri Da Vinci’ nin Vitruvius Adamı çizimine bakıyordu. Geldiğimi görünce ‘Bu burada kalmaz Selin, ne yapıp edip bu katili yakalayacağım!’ dedi. Eminim yakalayacağına çünkü kendisiyle beraber defalarca olay çözdük, güvenim tam. Onu masasında bırakıp arkamı dönmüştüm ki amirlerden birisi bana Şinasi adında birini tanıyıp tanımadığımı sordu. Hayır tanımıyordum. ‘Gel ben sana anlatayım’ dedi ve bu sünepe, korkak Şinasi’ nin nasıl karakolluk olduğunu anlattı. İçeri giren ıslak bir ekip üyesini görünce herkes biraz güldü. Meğer ‘hamla’ larını öldürmüşler. Hamla olup olamayacağımı sordu. Olmaz dedim, baksanıza onları hiç acımadan öldürüyorlar. Arkamızdan iki kadın çığlığı geldi bir anda. Hepimiz arkamızı döndük. Ekipten birinin yanında bir adam vardı ve bu adamın başı bu iki kadınla beladaydı. Hiç karışmadım, beni ilgilendirmez bu işler. Büyükada’ dan dönen ekip üyelerinden biri ise bana oradaki bir köşkten bahsetti. Gidersem eğer Mualla denen o kadından uzak durmamı tembihledi. Kulağıma küpe yaptım. En uç masada gözlüklerinin ardından bana bakıp gülümseyen biri daha vardı. Öyle karmaşık bir cinayeti çözmüştü ki, gururdan gözleri ışıldıyordu.
İstanbul yaşadığı müddetçe bu ekibin de işinin hiç bitmeyeceğine eminim. Gittikçe büyüyen bu hırslı, çalışkan ve dinamik ekiple İstanbul sokaklarını arşınlamak, katilleri bulmak, sırları ve gizemleri çözmek gerçekten çok keyifli. Bir sonraki daveti heyecanla bekliyorum. Kapım ne zaman çalacak, Harry Potter gibi ne zaman davet mektubu alacağım? Bence çok kısa zaman sonra.
BİZE BİR KATİL LAZIM - ATİLLA ATE ATHENRİO
Cinayetlerle ve sırlarla dolu geçirdiğim birkaç günün sonrasında hayatım normal akışına ulaşmıştı. Hatta öyle normalleşmişti ki sıkılmaya başlamıştım. Ilık bir akşam üstü Kadıköy’ de yürürken bir afiş gördüm. Bir tiyatro afişiydi ve ‘Tek Gösterim’ yazıyordu. Merakıma yenik düştüm, aldım biletimi girdim tiyatro salonuna. Kalabalıktı, herkes benim gibi merak etmişti oyunu.
Ben güçlü bir kadınım. Birçoğunuz bunun ne anlama geldiğini biliyorsunuz. Güçlü kadın olmak için durmadan akıp gitmemiz gerektiğini, bazen hiçbir şey kalmayana kadar kendimizden harcamamız gerektiğini düşünüyoruz. Ancak çoğumuz, rezervlerimiz tükendikten çok sonra bile bunu yapmaya devam ediyoruz çünkü kanıtlamamız gereken bir şey olduğunu düşünüyoruz. Çünkü gücümüzün zırhımızda değil karakterimizde, korkumuzda değil sevgimizde olduğunu görmüyoruz.
Sosyal medyada fotoğrafımı gören biri bana şey demişti; "Burnunuz eğri, alnınızda ve göz kapağınızda izler var. Gülünce de dudağınız eğriliyor." Onların bana ne ifade ettiğini, neleri hatırlattığını bilse eminim söylemezdi. Ne ifade ettiğini söylemeden önce, daha öncesini anlatayım ki anlayın.
BEN KUTSAL KİTABIMI BULDUM A DOSTLAR!
Kendisi köşesinde diğer yazar arkadaşlar hakkında yazıyor şu aralar ama haberi yokken ben de onun hakkında birkaç kelam edeceğim buradan. Evet, Aşkın Zengin Akkuş’tan bahsediyorum; Dark İstanbul Yayınları’nın Genel Yayın Yönetmeni ve yazarı olan... Aşkın’a yağ çektiğim filan yok. Zaten ona sökmez efendim öyle işler. En yakın arkadaşı da olsanız torpilin ‘t’ si lügatinde yoktur. Denedik herhalde, olmuyor. Bırakın başkasına torpili kendisine bile yapmaz. Basılacak kitaplarda kendisini en sona alır mesela. Önceliği başka yazarlara verir. Ben olsam yaparım. Basımı bekleyecek kitabım ama ben başka yazarlara öncelik vereceğim; yani çok aklımın işi değil bu.
Aşkın Zengin Akkuş’un “Kutsal” serisi Kutsal Günah ile devam ediyor. Daha önce yazdığı Kutsal Cehalet’ten başka bir yazımda bahsetmiştim. Bir zahmet sitenin blog kısmından okursanız ben de yorulmamış olurum. Tekrara düşmeyelim. Ben size Kutsal Günah’tan bahsetmek istiyorum.
Kutsal Fahişeler ve Tapınak Fedaileri… Birbirlerinden ezelden beri nefret eden iki tarikat… Kutsal Fahişeler, tümü kadınlardan oluşan, cinselliği ibadet olarak gören bir tarikat. Erkeklerin yazdığı tarihte, kadının zerre değerinin olmadığı, adeta bir hiç olduğu ve kadının sadece zevk unsuru olarak görülmesi nedeniyle erkeklerden nefret ediyorlar. Onları sadece ibadetlerini gerçekleştirmek ve tanrıçalarını kutsamak için kullanıyorlar. Es kaza fahişelerden biri hamile kalırsa ki bu hiç istenmeyen bir şey, doğan bebek kız ise soylarının devamı için onlara kol kanat geriyorlar. (Bunun tek istisnası tarikat kurallarına uymayıp cezalandırılan annelerin kız çocukları hizmetçi olarak yetiştiriliyor) Erkek bebekse doğan, hemen anneden alınıp bilinmeyen bir yere gönderiliyor.
İşte bu cemiyetlerin mensubu iki kahraman; çaresizliğin ve yoksulluğun pençesindeyken Kutsal Fahişeler tarikatının pençesine düşen Dolunay, tuhaf inançlara sahip olan Tapınak Fedaileri’nin çocuk yurdunda büyüyen Solan… Kadın ve erkek arasındaki bitmek tükenmek bilmeyen bu savaşı sonlandıran kahramanlar olacaklardır.
Kitabın konusu bu iki tarikat arasındaki güç savaşı, entrikalar olsa da satır aralarında yazar bize toplumsal mesajlar veriyor; kadına ve çocuğa cinsel istismar, kadına ve çocuğa şiddet, tarikatların çocukların beyinlerini nasıl yıkadığı gibi…
Sevgi gerçekten tüm kötülükleri yener mi?
Aşk… İlk insan yaratıldığından beri sanırım Tanrı’yı en çok uğraştıran duygu bu. Aslında o da biliyordu olacakları, belki sadece bizimle eğlenmek istiyordu. Büyük bir olasılıkla da bizi deniyordu. Bunu öğrenmemize imkân yok ama sevgili Tanrı bence başına bela aldı.
Bu gördüğünüz Afet-i Devran Lilith. Hani şu kızıl saçlı olan. Mitolojiye göre Âdem’de Lilith’de topraktan yaratılmıştır. Bu yüzden Lilith, ikisinin de eşit olduğunu savunur. Âdem ile birlikte olmayı reddeden Lilith daha fazla dayanamaz ve cennette Tanrı’nın yasaklı ismini söyleyerek kaçmayı başarır. (Feminizm’in doğuşu ve atılan ilk trip) Âdem’in tüm ısrarlarına rağmen geri dönmeyi reddeder. Melekler Lilith’i bulur ancak Lilith, Kızıldeniz mağarasında saklanmaktadır ve şeytan ile birlikte olduğunu, yüzden fazla cin çocuğu olduğunu artık Âdem’e sadık kalamayacağını söyler. Bu sefer Tanrı üç tane melek görevlendirir. Tekrar Lilith’e gelen melekler eğer geri dönmezse her gün bir çocuğunu öldüreceklerini söylerler. Lilith, kararından dönmez ve melekler her gün bir çocuğunu öldürmeye başlar. Âdem ise Lilith olmadığı için çok kötü bir durumdadır. Bu yüzden rivayete göre Tanrı, Âdem’i uyutur ve Lilith’e benzeyen Havva’yı Âdem’in kaburga kemiğinden yaratır.
Durduk yere bir koku aldım az önce ve o koku beni 8 yaş civarına götürdü.
Akçakale diye bir köyde oturuyorduk o zamanlar. Annem ve babam o köyde çalışıyordu. Oturduğumuz apartmanda da benim ailem gibi genelde memurlar oturuyordu. Üst katımızda oturan öğretmen ailenin evindeki kokuydu burnuma gelen. Titiz olduğundan mı bilmem ki gerçekten çok titizdi, onların evi öyle kokardı. Ama deterjan kokusu gibi değil. Hani her evin, her insanın bir kokusu olur ya, o ev de öyle kokardı.
Küçük kızları benim arkadaşımdı, büyük kızları da ablalarımın. Anne babaları da elbette benim annem ve babamın. Zaten bir avuç insan. Herkes birbirini tanıyor, seviyor ve güveniyor. Neyse işte o günlere gittim. Bak o öğretmen teyzemin sürdüğü sarelleli ekmekler geldi aklıma. Öyle ince sürerdi ki… Sürmez, koklatırdı. Ekmek bile isyanda. Cimri de değillerdi, niye öyle yaparmış ki? Halen görüştüğümüzden kendisi okumasa bile kızları okursa bunu, güleceklerdir. Analarını onlar da biliyor tabii.
O yaşlarımda yine şimdiki gibi oldukça erken uyanırdım. Videomuz vardı ve evde nedense sürekli kaset de olurdu. (Hatta bununla ilgili muazzam komik bir anım var. Ama kuzenim de işin içinde olduğundan ona sormadan size anlatamam. Ama anlattığımda çok güleceksiniz.) Kasetler VHS değil ama. Neydi Beta’mı? Küçük olan? İşte ondan. Ve o kasetlerden biri muhakkak Devekuşu Kabare olurdu. Çünkü acayip severdim. Rahmetli babam ben seviyorum diye mi alırdı, bilmiyorum ama hep vardı. Karga bokunu yemeden kalkar bir posta video izlerdim. Evet canım, çalıştırmayı biliyordum. Elektronik ve teknolojik şeyler konusunda hep iyiydim. Televizyon izlediğim salonun bitişiği doktor amcanın yatak odasıydı. O zamanlar düşünmedim ama sonraları çok kafa patlattım; neden dairenin salonunu yatak odası yaparsın ki? Aksiyon meraklısı olabilir, hiç öğrenemedim. Çok severdim doktor amcamı. Hasta olduğumda hem beni iyileştirir hem de bana oyuncaklar verirdi. Hediye ettiği doktor robotu halen durur. Bilirsiniz belki hani şu içip sarhoş olan robot. Bir bende var o zamanlar. Aman ne havam var. Neyse işte o doktor amca televizyon sesinden uyanır duvara vururdu. Sesini kısardım o zaman. Sağır da değilim ama bilemedim. Sonra video biter, bizimkiler hâlâ fosur fosur uyuyor. Komşu uyanmış sesten, bizimkiler halen uykuda. Acıkırdım. Açar kapıyı atardım kendimi sokağa. İn cin top oynuyor. Ama gideceğim yer hep belliydi. İlkokul müdürünün lojmanı. Çünkü eşi her sabah patates kızartırdı. Ne ilginç. Korkmadan sokağa çıkıp istediğim kapıyı çalıp evlerine girerdim. Herkes herkesin evine girerdi. Güvenirmişiz birbirimize. Patates kızartması ile bilimum kahvaltılıklar da dâhil serpme kahvaltımı yapardım. Annem uyanırdı ve beni merak etmezdi. Bu da güzel. Şimdi olsa deliririz. O müdür ve ailesi beni çok besledi ama ben kızlarının kafasını taşla yarmıştım. Ödüm kopuyordu jandarma beni alacak diye. Gerçi o zamanlar bile şeyi düşündüğümü hatırlıyorum; ‘komutan tanıdık ya olmaz bir şey.’ (Selin torpili öğreniyor)
Üç derslikli bir ilkokulda okudum ben. O zamanlarda bile okulda fen deneyleri için bilimum alet ve malzeme vardı. Hatırladığım da cıvayı çalıp, arkadaşlarla yerlere, üstümüze, elimize döküp oynamaktı. Cıva! Şans eseri yaşıyoruz. Şimdiki halim belki cıva etkisidir, bilemedim ki… Bir gün de okula girdik ki aman Allah’ım nasıl bir koku. Meğer katranla sıvanmış bir yerler. O kokuyu da unutmam. O katran sürülen yerler hafif kuruyunca elinize alırsanız oyun hamuru gibi oluyor. Oyun hamuru vardı da biz mi almadık? Yoktu, yaptık. Cork cork, hepimizin elinde katrandan yaptığımız oyun hamurları. İyi zehirlenmemişiz.
Okulun arkasında bir tuvalet vardı. Her gün iki öğrenci temizlerdi. Aman aman… Nasıl kötü bir kokuydu o da. Öğretmenin kızıyım diye temizlemediğimi düşünürseniz kırılırım. Nerede temizlik personeli? Temizlikçi de biz, sobaya odun taşıyan da. Odun kokusunu da çok severim ve o da bana bir şey hatırlattı.
Birinci sınıfa başladım ama okuma yazmayı biliyordum. Söylemesi ayıptır dört yaşımda öğrendim. Okula gidiyorum fakat nasıl sıkılıyorum. Ben okuma yazmayı bildiğim için öğretmen bana bir şey yazdırmıyor, anlatmıyor. “Selin sobaya odun at” “Selin zili çal” “Selin tahtayı sil” Selin en sonunda yıldı. Eve gidip çantamı annemin önüne attım. “Gitmeyeceğim okula ben, amele miyim?” dedim. Nasıl yaptılar bilmiyorum, ben ikinci sınıfa devam ettim. Hiç de iyi bir şey değil. 6 yaşında 2. sınıf öğrencisi. Höhhh… Ama ne yapacaksın? Eğitimden soğuyacaktım yoksa.
O kokuyu aldım işte ben bugün. Çocukluğumun huzur ve güven veren kokusunu. Ama bu yazının aslında başka bir özelliği var. O da kan ve cinayet merakımın nasıl başladığı. Tam da bu yaşlardı işte...
Kurban Bayramı yaklaşıyor. Babam kıvır kıvır tüyleri olan bir koç almış. Zannetmeyin koça bağlandım, kesilmesini istemedim filan. Yok öyle bir şey. Kesilsin yiyelim diye bekledim. Bayram sabahı ben de babamla koyunun kesilmesini izlemeye gitmek istedim. Annem de galiba itiraz etmedi. Babam zaten etmez, psikolojimizi düşündüğünü pek zannetmiyorum. Koçun direniş hikâyesini başka zaman anlatırım ama asıl konu görür görmez hayranı olduğum bir şey; ılık kan ve kokusu…
Koçun gözlerini bağladılar, yan yatırdılar. Başında bir adam, herhalde kasaptı, mır mır bir şeyler okuyor bir yandan da koçun boğazına bıçağı sürtüyor. O bıçaktan gözümü alamadım. Kocaman, pırıl pırıl bir metal parçası. Beni çok heyecanlandırmıştı. Bir eliyle koçun kafasını geriye çekti, diğer eliyle o kocaman bıçağı öyle ustaca koyunun boğazına değdirdi ki ilkin ben ne olduğunu anlamadım. Sonra bir kan fışkırmaya başladı, akıllara zarar. Hayvan debeleniyor insanlar tutuyor. Ben gözlerimi fışkıran kandan ayıramadım. (Hoş geldin psikopat Selin) Bıçağın koçun boğazından adeta tereyağında kayar gibi geçmesi hayranlık uyandırmıştı bende. İlk defa o denli bir kan gördüm, ilk defa kanın o ağır metalik kokusunu aldım. Gram rahatsız olmadım, zerre tiksinmedim. Ne uykularım kaçtı ne de o koçun etini yememezlik yaptım. Gayet de güzel götürdüm etleri.
İlk defa resmen bir ‘cinayet’ le tanışınca Devekuşu Kabare izleyen bendenizin tercihleri değişmeye başladı. Babamın kendine kiraladığı filmleri izlemeye başladım. Annemin okumam için aldığı çocuk kitaplarından ziyade babamın Agatha Christie’lerini hatmettim. O cinayetler, gizem ve muamma inanılmaz geldi. Boşu boşuna Define Adası yok Peter Pan filan, sadece zaman kaybıymış.
Hatta çok komik bir şey söyleyeyim size de gülün. Şimdi, insanlar sevgilileriyle buluşunca ne yapar? Romantik bir filme giderler değil mi? El ele tutuşmalar, yan yan bakışlar, gülüşmeler filan olur o karanlık salonda. Ben çocuklarımın biricik babasıyla ilk hangi filme gittim dersiniz? Freddy Jason’a Karşı Yıl 2003. Kan, parçalanmış cesetler filan havada uçuşuyor. Adam iyi evlenmiş benimle sonra. Ama hep şey der arkadaşlarına; “Bir gün benden haber alamazsanız evdeki saksıların filan içinde arayın beni.” Halen evimde saksıda çiçek bulunmuyor.
Aşk ve romantik kitapları hiç okuyamadım. Aslında heveslendim. Lise çağlarımdı galiba. Belki birkaç tüyo öğrenirim dedim aldım elime ama benim yaşamadığım o aşkı yaşayanları kıskanmaya başlayınca seneler önce bu denemeden de vazgeçtim. O kitapları yazanların da öyle aşklar yaşadığını hiç zannetmiyorum. Aşk konusuna bir sonraki hafta gireceğim ama sadece inanmadığımı söylemek isterim. Çünkü büyüdüm.
O yaşlarımdan beri işte bir canlıyı öldürme merakım hep oldu. Elbette toplumsal ve ahlak değerlerim neticesinde böyle bir şeye kalkışmadım ama bu merakımı da inkâr edemem. Allah’tan hemşire oldum da yasal yoldan ve gerekli durumlarda kesebiliyorum. (Buna Debridman deniyor, yaraların daha çabuk iyileşmesi için yapılıyor.) Bir bıçağı insana saplarken katilin ne hissettiğini hep merak ettim. O koçun boğazını kesen bıçağın bana verdiği gibi bir his ise eyvahlar olsun…
Velhasıl kokulara hassasiyetim ve bana hissettirdiklerini anlatmaya sayfalar yetmez. Halen yemeğin tuzunu koklayarak anlayabilir, akıntılı bir yarayı koklayarak, kültür almadan hangi bakterinin ürediğini söyleyebilirim. Çoğu insana iğrenç gelen o çürümüş insan bedeni kokusu bana çok şey anlatır. Bazen bir kokuyla geçmişe giderim, bazen de bir kokunun bana anımsattıklarıyla oturur ağlarım. Bugün de o günlerden biriydi işte. Ben geçmişe gittim aldığım kokuyla. Bana eşlik eden hepinize çok teşekkürler.
Haftaya benim hiç de inanmadığım, ‘tü kaka’ olan Aşk’tan bahsedeceğiz. Görüşürüz değil mi?
Dark İstanbul’un yepyeni sitesi darkkitap.com artık yayında. Burası da benim oyun alanım. Yayıncımız istediğini yap dedi vallahi. Hep beraber bu oyun parkını lunaparka çevireceğiz.
Dark Polisiye serisinde öykü çıkınca tabi ben bir gaza geldim. Yeni seçki için öykü seçmeleri başladığında yazdığım öyküyü gönderdim. Evet, kenarda bekleyen öykülerim her zaman vardır. Baskıya değer görüldü. Dark Polisiye 5’te Kuğu Gölü Balesi yayımlandı. Tamam, daha önce birçok yerde yazmışım etmişim, ülkenin en iyi polisiyecilerinden biriyle ortak yayımlanan da olmuş, ama kendi öykümün yayımlandığı kadar mutlu olduğumu hatırlamıyorum. Dizi dizi kitapları olan, atölyeler yapan, ödülleri olan yazarlarla ortak bir kitapta bulunmak gururunu size nasıl anlatırım, inanın bir fikrim yok. Gerçi şimdi hepsinin cep telefonu numarası bende var :D Poyabir üyesi olunca bir gruba alıyorlar insanı, ooo kimler yok ki grupta! :D Bu da bir başarı değil de nedir?
Selin Bak